Emperyalizmin bir asır önce rafa kaldırmak zorunda kaldığı proje…

Çabuk unutuyoruz dünü… Kanla irfanla kurduğumuz Cumhuriyetimizi ve değerlerini yıpratmayı bir meziyet biliyoruz. Olan biteni bugünün koşullarıyla “demokrasi ve özgürlük” olarak değerlendiriyor, ağır bedeller ödemek pahasına kanıyor, kandırılıyoruz. Oysa emperyalizmin; Türk’ü bu topraklardan atmak uğruna yaptığı sinsi plan ve projeler, tarihin her devrinde hep önümüze getirildi. Tıpkı Bursa merkezli Özerk Anadolu Devleti projesi gibi. Unutulan bu tarihi gerçeği Prof. Dr. Saime Yüceer, Şehrengiz okurları için kaleme aldı.

Haber Giriş Tarihi: 29.10.2024 11:57
Haber Güncellenme Tarihi: 29.10.2024 11:57

Kaleme Alan: Prof. Dr. Saime YÜCEER

(Bursa Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi)

Ülkenin sembol şehirlerinden biri olan Bursa, 1920 yılında işgal edildi. İşgal öncesinde, stratejik konumu nedeniyle Bursa’nın tehdit altında olduğu bilinmeyen bir durum değildi. O nedenle önlem alınması gerekiyordu. Bu bağlamda şehrin işgalinden aylar önce Mustafa Kemal Paşa, 14. Kolordu Komutanlığına gönderdiği 12 Mart 1920 tarihli yazıda, “Bursa’daki 56. Tümen, hissettirmeden mümkün olan hızla kuvvetlerini takviye tedbirleri almalıdır. Esas plan gereğince Bandırma’da bulundurulması lazım gelen kuvvetin de daha şimdiden takviye edilmesine büyük önem verilmelidir.”[1] uyarısında bulunuyordu.

Diğer yandan, tek tehlike de Yunan işgali değildi. Anzavur İsyanı, bölgeyi kasıp kavurmaktaydı. Bu isyanın başarılı olması durumunda, Millî Mücadele’ye ciddi bir darbe vurulmuş olacaktı. Böyle bir sonuç doğuracak olan söz konusu isyan, elbette İngiltere tarafından da destekleniyordu. O dönemde İngiltere’nin politikası, milli direnişe, ne şekilde olursa olsun son verme esasına dayanıyordu.  Bu türden büyük çaplı isyan hareketlerinin dışında Gayrimüslim ve Müslüman etnik grupların meydana getirdiği çeteler de milli kuvvetlere sorun oluşturmaktaydı. Böyle bir atmosferde, Yunan kuvvetleri 8 Temmuz 1920’de Bursa’yı işgal etti.

Bu işgale İngiltere fiili olarak askeri destek vermişti. Şöyle ki bir İngiliz torpidosu, aynı yılın 6 Nisan’ında öğleden sonra Mudanya’ya geldi. Kaymakamlığa gelen iki subay ve bir tercüman, ilçenin nüfusu, nakliye araçlarının sayısı, Bursa ile ilişkilerin ne düzeyde olduğu ve Anzavur İsyanı hakkında bilgi aldıktan sonra Mudanya’dan ayrıldılar[2]. Bu torpido, Mudanya’ya gittiği günün sabahı Gemlik’e de uğramış, orada da bazı araştırmalar yapmıştı[3]. Mudanya ve Gemlik üzerindeki İngiliz baskısı, iki sahil kasabasının işgal edilmesiyle sonuçlanacaktı[4]. Bu bağlamda, 6 Temmuz’da İngiliz kuvvetleri, bu sahil kasabalarını işgal ederek Yunan kuvvetlerine teslim ettiler[5].

İngiltere’nin Bursa’ya ilgisi, işgalden önce olduğu gibi işgalden sonra da devam etti. Başkentin Bursa’ya taşınması politikası İngiltere ve Fransa Başbakanları arasında tartışıldı. Osmanlı yönetiminin Bursa’ya taşınmasını Fransa doğru bulmuyordu ama İngiltere destekliyordu. İngiltere’nin desteklediği bu politika, takip eden süreçte benzer bir projeyle devam edecekti. Bu defa Anadolu Cemiyeti öncülüğünde Bursa merkezli özerk Anadolu devleti kurma faaliyetleri başladı.  Bu iki olayı biraz daha yakından inceleyelim.

AMAÇ BOĞAZLARDAN TÜRKLERİ UZAKLAŞTIRMAK

Osmanlı Devleti’nin başkentini Bursa’ya taşıma projesi, 11 Aralık 1919- 21 Ocak 1920 tarihleri arasında Londra ve Paris’te İngiltere ve Fransa başbakanları arasında gerçekleşen görüşmelerde gündeme geldi. Bu tartışmanın arka planında, İstanbul ve Boğazlardan Türkleri uzaklaştırma politikası bulunmaktaydı. Bu bölgeyi, İngiltere kendi kontrolünde tutmak istiyordu. Türkiye’ye ilişkin manda sistemi konusunda da İngiltere Başbakanı Lloyd George ve Fransız Başbakanı Clemenceau anlaşmıştı. Padişah ve Hükümeti geleceklerini İngiliz mandasına bağlamışken; söz konusu uzlaşma, Türkiye için manda sisteminden vazgeçilmesini içeriyordu. Çünkü Türk milletinin manda sistemine karşı girişeceği hareketlerden korkuyorlardı[6].

Ayrıca bu görüşmelerde İstanbul’un geleceği konuşuldu. Clemenceau, Boğazların, Müttefik kuvvetlerinin işgalinde bulundurularak Türkiye'nin elinden tamamen alınması gerektiği görüşünü bildirdi. Diğer yandan o, Boğazların, İstanbul’u kapsayıp kapsamadığı sorusuna verdiği yanıtta, Türkleri İstanbul’dan çıkarmanın hata olacağını söyledi. Bu nedenle İstanbul, Boğazlardan ayrı değerlendirilmeliydi. Bunun nedeni, Birleşik Krallık ve Fransa arasında bir görüş ayrılığı yaşanma olasılığı değildi. Ancak diğer uluslarla birtakım zorluklar yaşanabilirdi. Bunlara ek olarak Clemenceau, çeşitli ülkelerin istihbarat örgütlerinin de duruma müdahil olacağını söyleyerek hükümetlerin politikalarına aykırı olarak iki ulus arasında sorun yaratabileceklerinin anlaşılması gerekli olan bir durum olduğunu öne sürdü. Osmanlı Devleti'ne belli bir prestij bırakmak Müttefiklerin çıkarına olacaktı. Bu noktada, Türklerin yaptıkları hatalardan bahsetmek ya da sebep oldukları kayıpları hatırlatmak Müttefiklere beklenen çıkarı sağlayamazdı[7].

KUKLA BİR YÖNETİM OLUŞTURMAK

Ancak Padişaha verilmesi düşünülen bu görev, Müttefiklerin çıkarlarına göre ülkeyi yönetmesi koşuluyla verilmeliydi. Padişah kullanılarak kukla bir yönetim oluşturulmuş olacaktı. Çünkü ülkeyi, Padişah’ın aracılığı ile yönetmenin daha kolay ve daha sorunsuz olacağını düşünüyorlardı. Fransa bu yönetimin Padişahın İstanbul’da bırakılarak gerçekleştirilmesini savunuyordu. İngiltere ise Padişah’la birlikte başkentin Bursa’ya taşınması ve kukla yönetimin Bursa merkezli sürdürülmesini savunan bir tutum sergiliyordu. Ama söylendiği üzere Clemenceau, bu düşünceye sıcak bakmıyordu. Zira bu olasılığın, bazı zorlukları beraberinde getireceğini düşünüyordu[8].

İngiltere Başbakanı Lloyd George ise genel olarak İngiliz Hükümetinin, İstanbul'un Türklerin eline bırakılmasına karşı olduğunu söyledi.  Ancak o da Anadolu’da manda sisteminin uygulanmaması noktasında Fransa gibi İngiltere’nin de aynı fikirde olduğunu bildirdi. Yani Anadolu’da manda sisteminin kurulmaması konusunda Londra ve Paris aynı politikayı savunuyordu. Ayrıca Boğazların bir tür uluslararası kontrol altına alınması gerektiği konusunda da hemfikirdiler. Bunların yanında İstanbul konusunda farklı düşünüyorlardı. İngiltere Hükümeti, İstanbul’un uluslararası bir gücün eline geçmedikçe Boğazların tam kontrolünün sağlanamayacağını iddia ediyordu. İngiliz Hükümetinin görüşü, Fransız ve İngiliz birliklerinden oluşan uluslararası bir güç olması gerektiği yönündeydi; bu güce, İtalyanları ve Yunanlıları da dahil etmek gerekebilirdi[9].

Bu kuvvet tarafsız bir komiserin yönetiminde olacaktı. Bu komisere başkan, birlik komutanı ya da benzeri bir isim verilebilirdi. Çünkü İstanbul'da muhtemelen 500 bin kadar Türk yaşıyordu. Eğer kontrol Türklere bırakılırsa, Çanakkale Boğazı açık olsa bile İstanbul Boğazı'nı kapatabilirlerdi. Bu nedenle İstanbul'da da uluslararası bir güç olmalıydı[10].

MISIR’A BENZER BİR DEVLET

Bir de Müttefik halkların, Boğazları açık tutmak için gereken askerlerin parasını ödeme yükünü üzerlerine almak istemeyecekleri tahmin edilemeyecek bir durum değildi. O nedenle, Boğazlar kendi kendine yetecek hale getirilmeliydi. Bu da İstanbul olmadan yapılamazdı. Askerlerin masraflarını ve diğer giderleri karşılamak için İstanbul ve limanında, yeterli vergi ve harç toplamak hakkına sahip olmalıydılar[11]. Boğazların böyle bir yönetime sahip olması isteniyordu. Çünkü gelecekte Rusya ile sorun çıkabilir ve bu ülke Almanya ile birleşebilirdi. Bu nedenle İstanbul'da, müttefikler arası bir güç bulundurmayı zorunlu görüyorlardı. Bu noktada Sultan'a tam olarak güvenemezlerdi. Çünkü Almanlar, Sultan'ı etki altına alabilirlerdi[12].

Bunların yanında İstanbul sorununun çözümünün, bir ölçüde de Anadolu’daki gelişmelere bağlı olmasıydı. Anadolu ile ilgili iki olasılık bulunuyordu. Bunlardan biri Mısır'a benzer bir devlet kurulması ve Sultan'ın sözde egemen olmasıydı. Gerçek kontrolün ise İngiltere ve Fransa tarafından sağlanmasıydı. Böyle bir durumda, İngiliz ve Fransız hükümetleri, politikalarda anlaşıyor olsalar da bu her zaman kolay olmayabilirdi; zaman zaman isyan ve katliamlar meydana gelebilirdi. Sultan'dan bunları sona erdirmesi istense de o da başaramaya bilirdi. Çünkü büyük olasılıkla ordu ona karşı çıkacaktı. Diğeri ise orada bağımsız bir Türk Devleti'nin kurulması olasılığıydı[13].

 Böyle bir durumda, İngiltere ve Fransa asker gönderecek miydi? Bu sorunun yanıtını İngiliz Başbakanından daha sonra şu şekilde duyacaktık: Mustafa Kemal’i yenebilmek için muazzam bir orduya sahip olunması gerektiğini ortaya koyan askeri uzmanların görüşünü kabul eden Lloyd George, 16 Ağustos 1921’de Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada, “Türkleri uzlaşmaya zorlamak için… Anadolu’nun dağlık sahasına bir ordu göndereceğimizi kim söylemiş olabilir? Bu imkânsız! Yalnız bir ikinci şık vardı: Her iki tarafı da sonuna kadar savaştırmak… Harbin tek meziyeti en sonunda hadiselere saygıda bulunmayı öğretmiş olmasındadır.” [14] diyecekti. Gerçekten de Büyük Zafer’i takiben İngiliz Hükümeti, Türklerle savaşabilmek için kendilerine, müttefiklerinden ve sömürgelerinden ortak güç arayacak; ama yeterli desteği bulamayacaktı. Tek başlarına da böyle bir işe girişemeyeceklerdi.

İSTANBUL VE VATİKAN BENZERİ STATÜ

Anadolu’da, İngiliz Fransız ortaklığında Sultan’ın başkanlığında kukla bir yönetim oluşturulması amaca hizmet edemeyebilirdi. Çünkü Anadolu’da örgütlenen Kemalist hareket nedeniyle iki hükümet, Anadolu hakkında asla uyulmayacak nafile emirler verme konumuna düşebilirdi ve bundan da korkuluyordu. Bu gibi riskler taşımasına rağmen İngiltere, Sultan'ın İstanbul dışında olmasının, kendi politikaları açısından daha faydalı sonuçlar doğuracağına inanıyordu[15].

İlk olarak M. Venizelos tarafından düşünüldüğü ifade edilen diğer bir alternatif de Sultan'a İstanbul’da bir tür Vatikan benzeri bir statü verilmesiydi. Bunun için Yıldız Köşkü Sultan’a verilmeliydi. Kendisine, “Bursa senin başkentin ama Yıldız Köşkü'nü ikametgâh ve İslam'ın dini merkezi olarak alabilirsin” denilecekti. Tıpkı Papa'nın Vatikan'da muhafızları olduğu gibi, küçük bir Türk muhafız bulundurmasına izin verilebilirdi. Buna karşılık Müttefikler çevredeki tüm ülkeyi ve Haliç'i işgal altında tutacaklardı[16].

Aslında bu projenin mimarı İngiltere’ydi. Londra’da gerçekleştirilen plana göre Vatikan modelinde olduğu gibi, İstanbul’un Müslümanların dini merkezi olarak kalması, Bursa’nın ise başkent olması tasarlanmıştı. Bu proje gerçekleşirse İngiltere İstanbul ve Boğazlara yerleşecek, bununla da yetinmeyip şehre kutsal bir hüviyet kazandırarak Müslüman sömürgelerini daha uzun süre kontrolünde tutabilecekti[17].

Yönetimin Bursa’ya taşınması başka mecralarda da tartışılıyordu. 16 Eylül’de Maliye Uzmanı Adam Block, Lord Curzon’a gönderdiği yazıda, “Padişahla Türk yönetimi Bursa’ya taşınırsa, bu hareket, ülkede kışkırtmalara ve Anadolu’da olaylar çıkmasına neden olacaktır… Türk hükümeti ve kukla olarak Padişah İstanbul’da sıkı denetim altında bulundurulursa; Anadolu’yu, düzen içinde tutmada onların saygınlığından ve yetkisinden yararlanılabilir… Şimdiki Padişah önemli değildir; ama onun saltanatı, Anadolu’da biraz da olsa önemlidir ve Türk hükümeti İstanbul’da kalırsa, güdümcü devlet, Anadolu’daki Türkler üzerinde etki ve yetkisini daha kolayca uygulayabilecektir… Padişah Bursa’ya kaldırılırsa, İstanbul’a dönmek için daima komplolar kuracak olan maceracı Ulusçulara katılmak zorunda kalacaktır… İstanbul’da Padişahı elimizle yedireceğiz; inatçı olursa veya ihanet ederse, onu görevinden alabiliriz…”[18] demekteydi.

YUNAN’A HİZMET EDEN İŞBİRLİKÇİLER

Başkentin Bursa’ya taşınması politikası, Bursa’nın işgal sürecinde yeniden gündeme geldi. Bursa’da işgali takiben, Yunan İşgal Komutanlığı kurulmuştu. Şehrin yönetiminde muktedir olan bu komutanlıktı. Ancak iktidarı temsilen Osmanlı yönetimi de iş başında bırakıldı. Yunanlıların bu tutumunda yoğun bir şekilde İstanbul’un algı propagandasına maruz kalan Bursalıların işgali tepkisiz kabul etmelerinin yanında, Yunan ordusunun Halife adına, Vali atamasına kadar Vilayet Mektupçusu Sadık Vicdâni Bey, 10 Temmuz-23 Ağustos 1920 tarihleri arasında Vali Vekili olarak görev yaptı. 30 Ağustos’a kadar da Defterdar Kâzım Bey bu görevi yürüttü. Bu tarihte İstanbul Hükümeti Bursa Valiliğine Damat Ferit’in güvenilir adamlarından olan Üsküdar Mutasarrıfı Ziver Bey’i atadı. Bu atama, İstanbul Hükümeti ile Yunan İdaresi arasındaki iş birliğini gösteren örneklerden biriydi[19]. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Yüzellilikler listesi tartışılırken Ziver Bey hakkında, Cebelibereket Mebusu İhsan Bey, “Meselâ bir tanesini biliyorum ki; o deftere girmemiştir. O da Üsküdar mutasarrıfı ve sonradan Bursa Valisi olan Ziver’dir. Şimdi Beyefendiler; Üsküdar mutasarrıfı Ziver, kendisi yaşadığı müddetçe mutlaka Türkiye'nin, mutlaka Cumhuriyetin, mutlaka harekâtı milliyenin amansız düşmanıdır...”[20] diyecektir. Ziver’in Valiliği sürecinde, Yunanlılarla iş birliği üst seviyeye çıkacaktır. Bu iş birliği karşılıklılık esasına göre değil; Yunan politikalarına hizmet bağlamında değerlendirilmelidir.

İşbirlikçilerin önemli bir kısmını, Hürriyet ve İtilaf Fırkasına mensup kişiler oluşturuyordu. Bunlardan Aziz Nuri, Kara Şükrü, Evkaf Müdürü İsmail Hakkı, Tatar Hoca Hamdi, Cemil, bunun kayınbiraderi Necip, Cemal Kudret ve Müftü Tatar Fevzi işbirlikçilerin en önde gelenleriydi[21] . Kral Kostantin’e Hürriyet ve İtilaf Fırkası Bursa İl Başkanı İsmail Şükrü’nün, kutlama telgrafı göndermesi bu iddiayı destekleyen olgulardandır. Buna Kralın verdiği yanıtta, “Hürriyet ve İtilaf Fırkası Bursa İl Başkanı İsmail Şükrü Efendiye, tebriklerinizden dolayı size ve yönetiminiz altında bulunan Hürriyet ve İtilaf Fırkalı arkadaşlarınıza en içten duygularla teşekkür ederim…”[22] ifadeleri yer alıyordu.

İSTANBUL’DA KURULAN ANADOLU CEMİYETİ

Bir sonraki aşamada yukarıda ortaya konulan politikanın devamı olarak nitelendirilebilecek gelişmeler yaşanmaya başlandı. Türk Kurtuluş Savaşı’nın kırılma noktalarından biri olan Kütahya Eskişehir Muharebelerini takiben 1921 yılında İstanbul’da Anadolu Cemiyeti adında bir dernek kuruldu. Bu dernek 11 Aralık 1921’de, İstanbul’da bulunan Yunan Yüksek Komiserliğine gönderdiği yazıda bazı isteklerde bulundu. Bu istekler arasında, Yunan ordusunun işgalinde bulunan Türk topraklarında Sultan adına hareket edecek yeni bir devletin kurulması, bu devletin merkezinin Bursa olması, Anadolu’nun ulusçulardan tamamen temizlenmesi hususları yer alıyordu. Bu faaliyetlerin giderlerini karşılamak için Yunan işgal komutanının, kurulacak bu yönetimin vergi toplamasına ve yeni vergiler koymasına onay vermesi de istendi[23].

Ayrıca bu yönetimin “Gönüllü Anadolu Ordusu” adı altında bir silahlı gücü olacaktı. Bu ordunun eğitilmesi ve silahlandırılması Yunan Başkomutanlığından isteniyordu. Orduyu eğitmek üzere iyi derecede Türkçe konuşabilen yeterli sayıda Yunan subayının görevlendirilmesi istekler arasında yer alıyordu. Tüm bu hazırlıklar tamamlandığında, Tevfik Paşa Hükümetinin değiştirilmesi ve Millî Mücadele’nin tam karşısında olan yeni bir hükümetin kurulması planları ortaya konuluyordu. Son olarak ise Anadolu Cemiyeti’nin İstanbul ve başka yerlerdeki üyelerinin Bursa’ya taşınması için, Yunan Hükümetinden Cemiyet için 100 bin lira borç para vermesi isteniyordu[24].

Söz konusu Cemiyet, İstanbul’da kurulmuştu. Takiben Bursa’da da bu Cemiyetin bir şubesinin oluşturulması için çalışmalara başlandı. İstanbul’da olduğu gibi Bursa’da da bu örgütlenmede görev üstlenenler Hürriyet ve İtilaf Fırkası mensupları ile diğer muhalif gruplar oldu. Bunlar Bursa’da Cemiyetin Nizamnamesini hazırlama çalışmalarına giriştiler ve bu amaçla bir toplantı gerçekleştirdiler. Toplantıya katılan isimler şunlardan oluşuyordu: 

Osman Efendi’nin oğlu Cemil, Dava Vekili Yordan, Evkaf Müdürü İsmail Hakkı, Feraizcizâde Hamdi, Dava Vekili Zaharias, Kemal Levi, Vilâyet Matbaası Müdürü Enver, Alim Hoca, Kumaşçı Nikolaidis, İsmail Şükrü, Jozef Kohen, Kumarbaz Naci, Ağılıyan, Nesim Saban ve Erturan (Uğuralp). Bu toplantıda, Ankara Hükümeti adına çalışan ajanlardan Erturan Bey’de bulunmaktaydı. Aslında toplantıya katılanlar arasında bir güvensizlik havası hemen seziliyordu. Burada Erturan (Uğuralp) Bey’in turancı olduğu, Yahudi toplumu temsilcisi Kemal Levi’nin de ulusçu olduğu gerekçesiyle suçlandıkları bilinmekteydi. Toplantıya katılanlardan, Feraizcizâde Hamdi Hoca’nın, Yunanlıların Eskişehir’e girdiği haberinin duyulması üzerine “Elhamdülillah bu günleri de gördük” diye şükretmesi Uğuralp’in de anılarında vurguladığı gibi toplum vicdanının kabul edemeyeceği trajik bir olaydı. Bu düşünce dünyası, günümüzde “keşke Yunan kazansaydı” söyleminin temelini oluşturuyordu[25].

YUNAN HÜKÜMETİNCE DESTEKLENDİ 

Yunan Hükümeti de Batı Anadolu’da Bursa merkezli Türkiye Büyük Millet Meclisi yönetimine karşıt bir yönetim kurmak istiyordu. Bir bilim adamı olan Aleksandr İzvolo’yu[26] Bursa’ya göndermesinde, muhtemelen bu projenin rolü olmuştu. İzvolo, İzmir’deki Yunanistan Yüksek Komiserliği’nin Üstün Yetkili Komiser Vekili olarak Bursa’ya gelişiyle birlikte bu yolda çalışmalara başladı. Öncelikle toplumun çeşitli gruplarının önderleriyle ilişki kurmaya çalıştı. Bu çalışmaları kısa sürede sonuç vermeye başladı. Çıkarcı ve işbirlikçilerle anlaşmaya varılması hiç de zor olmadı. Bu kişinin öncülüğünde Bursa’da bir de özerklik mitingi düzenlendi. Yani özerk Anadolu devleti kurma projesi Yunan Hükümeti tarafından da destekleniyordu[27].

Bu miting, Bursa bölgesine muhtariyet verilmesi yolunda yapılan trajik sahnelerle dolu bir gösteri oldu. İşyerleri kapatıldıktan sonra, halk polis ve jandarma zoruyla Belediye önünde toplatıldı. Belediye Başkanı odasında, Evkaf Müdürü İsmail Hakkı Cemal Kudret, Püskülsüz Mustafa, Avukat Kâmil, Osman Efendi’nin oğlu Cemil, Cemil’in kayınbiraderi Necip, Ebu Aslan takma adını kullanan Ermeni Ağılıyan, Tatar Hamdi Hoca, Alim Hoca, Mısri Dergâhının Şeyhi Mehmet Şemsettin Efendi, Müftü Vekili İzzet, Tütün Tüccarı Petro Avramidis, Ermeni Avukat Zari, Eczacı Maksut Tantosyan, Diran Filibeliyan, Yorgi, Doktor Terzioğlu, Doktor Venediktos, Aristotel Zero, Yahudilerden Nesim Saban ve Hayim Palaçi ile kilise kuruluşları bulunmaktaydı[28].

Belediye önünde toplattırılan halka karşı kimin konuşacağı konusunda, Evkaf Müdürü İsmail Hakkı ile Cemal Kudret arasında hararetli bir tartışma başladı. “Ben, bu ülkenin en asil evlâdıyım, bu milleti ancak ben temsil edebilirim” (!) diye bağıran İsmail Hakkı, tartışmadan galip çıktı. Konuşmasının başında İngilizleri ve Yunanlıları övgüyle yâd ettikten sonra, Büyük Millet Meclisi Hükûmetine karşı ağır suçlamalarda bulunarak söylevini noktaladı. Yukarıda isimleri geçen kişiler tarafından imzalanan muhtariyet isteği ve teşekkür yazısı ile kendilerinin önceden hazırladıkları ve birkaç kişiye imza ettirmiş oldukları telgrafları, Yunan Komutanına götürdüler[29].

BURSA MERKEZİYLE SINIRLI DEĞİLDİ

Özerk Anadolu Devleti kurma projesini yürüten Anadolu Cemiyeti’nin çalışmaları, Bursa merkeziyle sınırlı değildi. Cemiyet, bir özerklik toplantısı da Kirmasti’de (Mustafakemalpaşa) düzenledi. Büyük olasılıkla 1921 yılı sonlarında, Kirmasti Belediyesinde bu amaçla bir toplantı yapıldı ve Belediye Binasında Kaymakam Agâh ve Belediye Başkanı Benli Halit Efendi’nin de hazır bulundukları bu toplantıda, “Biz Kirmastı Halkı Muhtariyet İstiyoruz” girişiyle başlayan bildiri okundu. İlçede Türkçe öğretmeni olan ve söz konusu bildiriyi okumak zorunda kalan Rifat Altun, “… Kirmasti’ye Agâh adında bir kaymakam atanmış bulunuyordu. Bu kaymakamın da yardımıyla, yöredeki yerli Rumlar ve Çerkesler daha etkin bir örgütlenmeye girişmişlerdi[30]. Bu arada, Anadolu Cemiyeti’nce başlatılan ‘özerk devlet’ kurma girişimlerinin, ilçenin Müslüman olsun veya olmasın çoğunluğu tarafından desteklendiğini göstermek amacıyla bir bildiri hazırlanmış ve mahalle muhtarlarına da imzalatılmıştı.”[31] demektedir.  

Türk Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlandıktan sonra, Bursa merkezli özerk Anadolu devleti kurma girişiminde ön ayak olanlar, Albay Osman Bey’in başkanı olduğu özel bir askerî mahkemede yargılandılar. Yargılanmada bulunmayanlar, asıl suçlu tespit edilenlerdi ki, Yunanistan’a kaçmışlardı. Bunlar gıyaplarında ölüm cezasına çarptırıldılar. Öğretmen Erturan (Uğuralp) Bey, Eski Vali Nafiz, Müftü Vekili İzzet, Hakikat-Kardaş Gazetesi Sahibi Vasıf Necdet, Mısri Şeyhi Şemsettin, Dava Vekili Hasan Ferit ve Kemal Levi, İntibah Başyazarı Mümtaz Şükrü (Eğilmez), Karakâdi Şeyhi Mehmet Ali, Musevi Cemaatinden Nesim Saban ve Hayim Palaçi Efendi suçsuz bulundu. Feraizcizâde Hamdi Hoca üç yıl hapse çarptırıldı[32].

12 Eylül 1922 tarihli Ertuğrul Gazetesi’nde muhtariyetle ilgili toplantıya katılanların isimlerinin yayımlanması üzerine Mısri Şeyhi Mehmet Şemsettin Efendi, aynı gazeteye bir açıklama gönderdi. Bu açıklamada, kendisinin imzası alınmak suretiyle Belediye’ye dua için çağırıldığını, cezaya uğramamak için daveti kabul etmek zorunda kaldığını, kötü niyetlerini öğrenince de tekke, camii ve dinsel toplantılar dışında dua etmediğini söylediğini, bunun üzerine duanın müftü tarafından yapıldığını, İzvolo’ya gönderilen heyete, şeyhleri temsilen kendisinin katılması yolunda tehdit edildiğinden Kuvâ-yi Millîye yanlısı olarak Yunan Askerî mahkemesinde yargılanmaktan korktuğu için gitmek zorunda kaldığı şeklinde savunmasını yapmaktaydı[33].

Bu proje de diğer bazı girişimler gibi sonuçsuz kaldı. Türk ordusu, Anadolu’da Yunan ordusunu büyük bir hezimete uğrattı. Büyük Zafer ve Ankara’nın uyguladığı diplomasi İngiltere’nin Türk politikasını başarısızlığa mahkûm etti. Çünkü Türk Kurtuluş Savaşı, sadece Yunanistan’a karşı verilmemiş, o günlerde İngiltere’nin liderliğini yaptığı emperyalizme karşı da verilmişti. Dolayısıyla bu zafer, Yunanistan’a olduğu kadar Müttefiklere özellikle de İngiltere’nin Türk politikalarına karşı da kazanılan bir zafer oldu. Zaferin Büyüklüğünün erişilmez boyutu, dahi bir liderin demokratik yönetiminde, o günkü dünyada süper bir gücün politikalarının etkisiz hale getirilmesinden de kaynaklanmaktadır.

SONUÇ

Bursa’nın, İstanbul ve Boğazlar bölgesine yakın olması, İngiltere’nin bölgeye yönelik politikalarını belirledi. Söz konusu devlet için İstanbul ve Boğazların güvenliğinin sağlanması Bursa’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi yönetiminden alınmasıyla mümkün olabilirdi. Bölge, kontrol edilebilir bir devlet tarafından işgal edilmeliydi. Bu iş için gönüllü aday ise Yunanistan oldu. Jeopolitik konumu nedeniyle bu bölgeye egemen olmak gerek kurtuluş mücadelecileri gerekse karşıtları için büyük güç sağlayacaktı. Burada ulusçulara karşı İstanbul-Londra-Atina koalisyonu oluşmuştu. Birinci Dünya Savaşı’ndan çıkan ve dağıtılan Türk ordusunun henüz istenilen seviyede örgütlenememesi, iç isyanlar ve Millî Mücadele aleyhinde yapılan yoğun propaganda Bursa’nın Ankara yönetiminin elinden çıkması sonucunu doğurdu.

Londra, her ne kadar Yunanistan’ın İstanbul’a yönelik amaçlarına şüpheyle baksa da Bursa’nın işgali, İngiltere’nin İstanbul ve Boğazlardaki varlığı için daha güvenli bir ortam oluşturmuştu. İngiltere Başbakanı Lloyd George’un temsil ettiği İngiliz Hükümeti, İstanbul'un Türklere bırakılmasına karşıydı. İstanbul’dan Türkleri uzaklaştırabilmek için ilk etapta başkentin Bursa’ya taşınması projesini gündeme getirdi. Anadolu’da manda sisteminin uygulanmaması konusunda Fransa ile anlaşmışlardı. Başkenti Bursa olan, İngiltere ve Fransa’nın kontrolünde kukla bir sultanlık yönetimi kurulması isteniyordu. Burada Fransa ile şu noktada görüş ayrılığı ortaya çıktı. Fransa, kukla yönetimin Padişahın İstanbul’da bırakılarak sürdürülmesini, İngiltere ise Padişahı Bursa’ya göndererek Bursa merkezli yürütülmesinden yanaydı.

İngiltere'nin diğer bir projesi ise İstanbul’un Müslümanların dini merkezi olarak konumlandırılmasıydı. Bu projede, Padişaha senin başkentin Bursa denilecek ve kendisine de Yıldız Sarayında oturma izni verilecekti. Burada bir Vatikan modeli tasarlanmıştı. Bu proje gerçekleşirse İngiltere İstanbul ve Boğazlara yerleşecek ve şehre kutsal bir kimlik kazandırarak Müslüman sömürgelerini dini kullanarak daha uzun süre kontrol altında tutabilecekti.

Türk Kurtuluş Savaşı sürecinde, özellikle İngiltere olmak üzere yabancı güçlerin kışkırtmalarıyla Gayrimüslim ve Müslüman etnik grupları arasında iş birlikleri oluştu. Bu faaliyetlerin temel amacı Türkleri Türkiye’den atmaktı. Hatta Türkiye’de Türk olmadığı iddiaları ortaya atıldı. Bunlara en büyük yanıt 30 Ağustos Başkomutan Muharebesi’nin kazanılmasıyla verildi. Emperyalistler, büyük bir yenilgiye uğratıldı. Öyle ki İngiltere, Yunan ordusunun hezimetini takiben Türk kuvvetleriyle savaşmayı göze alamadı…

Büyük Zaferi takiben 11 Eylül 1922’de Bursa da kurtarıldı. Bursa işgal edildiğinde Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsüne siyah örtü örtülmüştü. Uzun süre karanlıkta kalan ülke semalarında, 30 Ağustos’ta güneş doğdu. Bursa’nın kurtuluşu günü kentin semalarında da güneş parlamaya başladı. Artık ülke aydınlanma sürecinde doludizgin ilerleyecek, aydınlık karanlığa galip gelecekti.

KAYNAKÇA

Arşivler

Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivi (ATASE).

Resmi Yayınlar

Documents on British Foregn Policy 1919-1939, First Series, Volume II 1919, His Majesty’s Stationery, London 1948.       Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Gizli Celse Zabıtları. 

Kitap ve Makaleler

 Akkılıç, Yılmaz, Kurtuluş Savaşı’nda Bursa, Bursa Kültür Sanat Turizm Vakfı Yayınları, Bursa 1997.       Bursa Vilayetinde Yunan Fecayii, Matbaa-i Vilayet, Bursa 1340 (1924).       Bursa’da Yunan İşgalinin Bilançosu, Menhubat Komisyonu’nun Bursa Tutanakları, Hazırlayan: İsmail Yaşayanlar, Bursa Kültür A.Ş., Bursa 2022.       Erdeha, Kâmil, Milli Mücadelede Vilâyetler ve Valiler, Remzi Kitabevi, İstanbul 1975.       Hayrettin Âbidin, Tarihte Ankara İstiklâl Harbi ve Bursa Hatıratı, Semih Lütfi Matbaası, İstanbul 1934.       Jaeschke, Gotthard, Kurtuluş Savaşı ile ilgili İngiliz Belgeleri, Çeviren: Cemal Köprülü, TTK Yayınları, Ankara 1991.       Millî Mücadele Dönemi Bursa’da İşgal ve Kurtuluş Süreci 100. Yıl, Hazırlayan: Hacer Karabağ, Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Yayınları, Bursa 2022.       Sarıhan, Zeki, Kurtuluş Savaşı Günlüğü IV, TTK Yayınları, Ankara 1996.       Sonyel, Salâhi R., Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı, AKDTYK Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2007.       Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, II, TTK Yayınları, Ankara 1991.       Yüceer, Saime, Bursa’nın İşgal ve Kurtuluş Süreci, (8 Temmuz 1920-11 Eylül 1922), Uludağ Üniversitesi Yayınları, Bursa 2001.       “Kurtuluş Savaşı Yıllarında Bursa: İşgal ve Kurtuluş”, Türkiye Günlüğü, Sayı: 149, Ankara 2022, s. (154-175).       Tanıkların Anlatılarıyla Bursa Tarihi (Sözlü Tarih Arşivi 1919- 1938), T.C. Uludağ Üniversitesi KETAM Yayın No:1, Bursa 2005.

Süreli Yayınlar

Yoldaş.       Ertuğrul.

[1] Genelkurmay ATASE Arşivi, Kls. 256, Dos. 5/6, Fih. 64.

[2] Genelkurmay ATASE Arşivi, Kls. 398, Dos. (21)-17, Fih. 21.

[3] Genelkurmay ATASE Arşivi, Kls. 398, Dos. (21)-17, Fih. 20.

[4] Genelkurmay ATASE Arşivi, Kls. 398, Dos. (21)-17, Fih. 29.

[5] Genelkurmay ATASE Arşivi, Kls. 917, Dos. (2)-21, Fih. 147. 6 Temmuz sabahı İngiliz kuvvetleri Gemlik’i top atışına tuttu ve karaya 400 civarında bir kuvvet çıkarttı. Bu saldırıda, belediye binası olarak kullanılan Nuri Paşa Hanı büyük zarar gördü. Türk ve İngiliz kuvvetleri arasında çatışma üç saat devam etti. Genelkurmay ATASE Arşivi, Kls. 916, Dos. (17)-H-4, Fih. 5-27. Bu konuda o günlere şahitlik eden Bahattin Çiğ, “… Buraya evvela gemilerle İngilizler geldi. Türklerde, şimdi Gemlik’te bulunan yüksek binaların olduğu yerde, kum torbalarından siperler yaptılar. Ellerinde mavzerlerle gemilere ateş ettiler… İngilizler top atışlarıyla karşılık verdiler…bomba attılar, binalardan iki tanesi yıkıldı. Ve sonunda Gemlik teslim oldu. İngilizler ellerinde mavzerlerle gemilerden çıkarma yaptılar. Çarşının içinden geçtiler…” demektedir. Saime Yüceer, Tanıkların Anlatılarıyla Bursa Tarihi (Sözlü Tarih Arşivi 1919- 1938), T.C. Uludağ Üniversitesi KETAM Yayın No:1, Bursa 2005, s.155.

[6] Documents on British Foregn Policy 1919-1939, First Series, Volume II 1919, His Majesty’s Stationery, London 1948, s.727.

[7] Documents on British Foregn Policy 1919-1939, s.728.

[8] Documents on British Foregn Policy 1919-1939, s.728.

[9]Documents on British Foregn Policy 1919-1939, s.728-729. Bu görev, Yunanistan’ın savaş amaçlarıyla da uyuşuyordu. Venizelos, savaş amaçlarını, “Milliyetçi kuvvetlerin Ankara ve Pontus civarında tahribi ile iki katlı bir sonuç alınacaktı: 1- Boğazların serbestisinin müessir garantisi olarak… Türkleri İstanbul’dan sürmek… 2- Pontus’da ayrı bir devlet kurmak…” olarak dile getirmişti.  Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile ilgili İngiliz Belgeleri, Çeviren: Cemal Köprülü, TTK Yayınları, Ankara 1991, s. 90.

[10] Documents on British Foregn Policy 1919-1939, s.728-729.

[11] Documents on British Foregn Policy 1919-1939, s.728.

[12] Documents on British Foregn Policy 1919-1939, s.729.

[13] Documents on British Foregn Policy 1919-1939, s.728.

[14] Gotthard Jaeschke, age, s. 90, 92.

[15] Documents on British Foregn Policy 1919-1939, s.728.

[16]Documents on British Foregn Policy 1919-1939, s.729.

[17] Documents on British Foregn Policy 1919-1939, s.729.

[18] Salâhi R. Sonyel, Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı, AKDTYK Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2007, s. 71-72.

[19] Kâmil Erdeha, Milli Mücadelede Vilâyetler ve Valiler, Remzi Kitabevi, İstanbul 1975, s. 366.

[20] Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Gizli Celse Zabıtları, Devre: II, Cilt: 4, İçtima Senesi: II, 16 Nisan 1340 (1924), 39ncu İnikat, 2nci Celse, s. 436.

[21] Hayrettin Âbidin, Tarihte Ankara İstiklâl Harbi ve Bursa Hatıratı, Semih Lütfi Matbaası, İstanbul 1934, s. 59-60.

[22] Yoldaş, 14 Haziran 1921.

[23] Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü IV, TTK Yayınları, Ankara 1996, s.184.

[24] Zeki Sarıhan, age, s.184.

[25] Erturan Uğuralp, Millî Mücadele Anıları (yayımlanmamış), bkz. Yılmaz Akkılıç Kurtuluş Savaşı’nda Bursa, Bursa Kültür Sanat Turizm Vakfı Yayınları, Bursa 1997, s.438. Saime Yüceer, “Kurtuluş Savaşı Yıllarında Bursa: İşgal ve Kurtuluş”, Türkiye Günlüğü, Sayı: 149, Ankara 2022, s. (154-175). Ayrıca bkz. Bursa Vilayetinde Yunan Fecayii, Matbaa-i Vilayet, Bursa 1340 (1924). Milli Mücadele Dönemi Bursa’da İşgal ve Kurtuluş Süreci 100. Yıl, Hazırlayan: Hacer Karabağ, Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Yayınları, Bursa 2022. Bursa’da Yunan İşgalinin Bilançosu, Menhubat Komisyonu’nun Bursa Tutanakları, Hazırlayan: İsmail Yaşayanlar, Bursa Kültür A.Ş. Bursa 2022.

[26] Bu kişi Atina Üniversitesi profesörlerindendi. 35 yaşlarında, tıknazca, nazik, iyimser görünümlü ve Türkçeyi çok iyi konuştuğu belirtiliyordu. Yılmaz Akkılıç, age., s. 438.

[27] Salâhi R. Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika II, TTK Yayınları, Ankara 1991, s. 256.

[28] Ertuğrul, 12 Eylül 1922.

[29] Ertuğrul, 12 Eylül 1922.

[30] 150’likler listesi tartışılırken Dâhiliye Bakanı Ferit Bey, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 16 Nisan 1924’te yaptığı konuşmada, Müslüman bir etnik grubun İzmir’de bir kongre yaptığını, bu kongrede, Türklerin dünyada en zalim, … millet olduğunu, Yunanlıların ise en medeni, en insani, en ulvi ülkülerle hareket ettiğini, Türkiye’den Türklerin kovulması gerektiğini ve aslında Türkiye'de Türk olmadığını iddia eden konuşmalar yapıldığını söyleyecektir. TBMM Gizli Celse Zabıtları, Devre: II, Cilt: 4, İçtima Senesi: II, 16 Nisan 1340 (1924), 39ncu İnikat, 2nci Celse, s. 435.

[31] Yılmaz Akkılıç, age., s. 439.

[32] Saime Yüceer, Bursa’nın İşgal ve Kurtuluş Süreci, (8 Temmuz 1920-11 Eylül 1922), Uludağ Üniversitesi Yayınları, Bursa 2001, s. 101.

[33] Ertuğrul, 14 Eylül 1922.