Hakan YILMAZ- Araştırmacı-Yazar, Yeniçağ Tarihi ve Arşiv Uzmanı
Osmanlılar’ın henüz kurucu hükümdarlarının sağlığında alınan ve kuruluş dönemi boyunca hem iktisâdî açıdan, hem de konumu itibâriyle en büyük ve en stratejik şehirleri arasında yer alan Bursa, Orhan Gâzî zamânında devletin bürokratik anlamda asıl temellerinin ilk kez sağlam bir şekilde atıldığı yer olmasının yanı sıra; zamanla siyâsî, askerî, dinî ve ilmî alanlarda pek çok önemli şahsiyetin de yetiştiği ve bir araya geldiği önemli bir merkez hâline gelmişti. Edirne’nin fethinden sonra Saltanat yurdu oraya taşınmışsa da, Bursa şehri devletin bürokratik temellerinin atıldığı ilk başkent olarak hâlâ eski tarihî önemini korumaya devâm etmiş ve İstanbul’un fethine kadar da Sultanlar nezdindeki bu itibârını hiç yitirmemiştir.
İstanbul’un fethinde burçlara sancak diken tüm ümerâ ve beylerin Bursa’dan çıkmış olması, Osmanlı Devleti’nin ilk başkenti ve bu dönemdeki ilk önemli merkezi olan bu şehrin, yetiştirdiği bu değerli şahsiyetler aracılığıyla kuruluş devrinin sonuna kadar da devletin yükseliş ve ilerleyişine ciddî ölçüde katkılar sağlamaya devâm ettiğine açık bir delil olarak kabul edilebilir.
İstanbul’u fethedip Osmanlı’yı bir cihan devleti hâline getirmeyi başaran Fâtih Sultan Mehmed’i, büyük cihân hâkimiyeti idealini temsilen sol elinde küre/kızıl elma ile tasvir eden bir minyatür. Kalender Paşa, Albüm, TSMK, nr.: B.408, vr. 32b.
Ulubatlı Sancaktar Baba Hasan ve Burçlara Sancak Diken Diğer Kahramanlar:
İmparator Konstantin’in baş muhâfızı olan Yorgios Sfrancis, 29 Mart 6986/1478’de kendi eliyle yazıp genişlettiğini açıkça belirttiği Chronicon Maius’unda[1], İstanbul kuşatmasında son hücum sırasında Romanos ( / Topkapı) burcuna tırmanıp ilk sancağı diken kişinin: “τις ἰανίτζαρις τοὔνομα Χασάνης, ἐκ τοῦ Λουπαδίου : Lopadion (Ulubat) taraflarından ‘Hasanis’ = ‘Hasan’ adlı bir yeniçeri” olduğuna bir görgü şâhidi olarak tanıklık etmiştir ki[2]; Bursa’nın yetiştirdiği bu büyük kahramanın şehrin en büyük burcuna çıkıp da oraya ilk sancağı diktiği anlar, yine Sfrancis gibi kuşatmada hazır bulunan ve o anlara bizzat şâhid olan iki görgü tanığı tarafından te’yid edilmiştir.
Nitekim şehrin düşüşü sırasında Sfrancis gibi surların geri tarafında savaşan Floransa’lı tüccar Jacopo Tedaldi, kuşatma sırasında olup-bitenleri öbekler hâlinde kaydettiği kısa notlarında, Fâtih’in emriyle ileri atılan kapıkulu askerlerinin berâberlerinde merdivenler ve teçhizatlarla surlara tırmandıkları sırada, ellerinde Sultân’a âit iki de sancak bulunduğunu şu ifâdeleriyle açıkça gözler önüne serer:
“Il Turco, per compiere il suo ultimo sforzo, si diresse verso quel punto con due stendardi spiegati e diecimila uomini scelti della sua guardia del corpo oltre che molti altri, con il castello di legno, ponti, scale e altri strumenti, e le truppe cominciarono a riempire i fossati, a gettare ponti e scale e a salire sulle mura.”
“Türk, gösterebildiği en son gayretle, iki sancağını açmış hâlde muhâfızlarından on bin asker ve diğer birçokları ile birlikte; tahta kaleler, köprüler, merdivenler ve diğer teçhizatlarla o noktaya (San Romano kapısına) doğru ilerledi.”[3]
Kritovulos’un Historia’sındaki tasvirleriyle de örtüşen bu izlenimler; Sfrancis ve Tedaldi gibi Grekler’in safında şehrin savunmasına katılan başpiskopos Sakızlı Leonardo’nun, kuşatmadan birkaç ay sonra, 16 Ağustos’ta Papa’ya hitâben yazdığı mektubundaki şu ifâdeler ışığında, yine ilk sancağın Giustiniani’nin yaralanıp geri çekilmesini müteakip, Sultân’ın has askerleri içindeki bir grup yeniçeri tarafından Romanos/Topkapı burcuna dikildiği ortak noktasında birleşir:
“Quo inspecto diiudicant Theucri propter repletionem, quam ruina collapsa fecerat, aequo calle posse transire... et veluti impetuosus turbo uno impulsu muros ascendunt, mox moenibus vexilla figentes hilaritate pleni clamant victoriam.”[4]
“Türkler bu sırada durumun farkına varınca, yıkılan duvarların hendekleri düz hâle getirdiğini gördüler ve: ‘Artık bu düzleşmiş yerden geçeriz!’ dediler. …Bir kasırga hızıyla surlara tırmandılar ve onların üzerine sancaklarını dikerek zafer çığlıkları attılar.”[5]
Kuşatmanın son anlarını gözleriyle gören bu iki farklı görgü tanığının not ve mektuplarında yer alan yukarıdaki açık ifâdeler, ilk sancağın Sultan Mehmed’in Hâssa ordusuna mensup Bursa’lı bir yeniçeri olan “Χασάνης / Hasanis (Hasan)” tarafından “Ρωμανός / Romanos (Topkapı)” burcuna dikildiği anlatısının gerçekliğini ve Sfrancis’e âidiyetini bir kez daha sarâhatle tasdik eder.
Fâtih Sultan Mehmed’i “ نعْم اْلأمير : Güzel kumandan”lıkla taltif eden Hazret-i Peygamber’in, onun “ نعْم الجيْش : güzel askerler”i içinde: “ فيهدم الله جانبها الشرقي ، يدخلها المسلمون : Allāh’ın onun (İstanbul’un) surlarının şarḳ (doğu) tarafından bir yeri yıkıp, oradan müslümânların şehre gireceği” müjdesine[6] öncülük eden Sancaktar Ulubatlı Hasan Ağa’dan sonra, bir başka kara burcu olan Porta tis Pighi (πόρτα της Πηγή) / Silivrikapı burcundan ikinci girişi sağlayan Canbâz Mustafâ Beg ve nihâî olarak Porta Harisius (πόρτα Χαρισίου) / Edirnekapı ile Kaligaria (Καλιγαρίοις) / Eğrikapı aralığında açılan gedikten son girişi gerçekleştiren Karışdıran Süleymân Beg de, aslen Bursa’lı olan ya da bir şekilde Bursa ile irtibatlı olan öncü ümerâ arasında yer almaktaydı. Meşhur fetih Hadîs’inin yanı sıra, ikinci Hadîs’teki bu has tebşirâta da nâil olan bu üç büyük fetih kahramânı, Osmanlı askerinin bütününü içine alan fethin “ نعْم الجيْش : güzel askerler”i arasında, bir başka Peygamber müjdesiyle daha taltif görerek “ نعم الجيش : Niʿmel ceyş”in serdârı olma derecesine kavuşmuşlardı.
UIubatlı Baba Hasan’ın elinde Fâtih’in has sancağı olduğu hâlde burca çıkarak, Rumlar’la çatışırken şehid olduğunu kendi dilinden aktaran beş beyitlik manzum tarîh kitâbesi. A. M. Schneider, Alman Arkeoloji Enstitüsü Arşivi: D-DAI-IST-KB 01.591.
Bursa’dan çıkma bu üç fetih kahramânından ilki olan ‘Alemdâr Baba Hasan Ağa, kanlar içinde kalarak, henüz şehre giremeden elindeki kılıçla Romanos (Ρωμανός) / Topkapı burcu üzerinde rûhunu teslim etmişse de, şehrin en büyük burcuna ilk sancağı dikmesinden ilham alan emrindeki sekbânlardan “Balaban Badera” ile diğer iki fetih serdârının da surlardan içeriye girmesine zemin hazırlamış ve kayıp kabir kitâbesinde bu uğurda can veren tüm “Şehīdlerin Serdārı” olarak anılmıştır.
Bu tarihî gerçek, XIX. yy. şâirlerinden Sıdkî tarafından yazılan “tārīḫ” manzûmesinde onun dilinden aynen şu ifâdelerle aktarılmıştır:
يدمده تيغ اتشتاب دلمده نظم ستارى
بن اولدم فاتحڭ اول كونده مرغوب علمدارى
غزاى اكبر ايتدم رستمانه خصميله يدْ كسْر
اولوبن غرق خون آلود ايشته شهيدلر سردارى
“Yedümde tīġ-ı āteş-tāb dilümde naẓm-ı Settārī
Ben oldum Fātiḥ’üñ ol günde merġūb ʿalem-dārı
Ġazā-yı ekber itdüm Rüstemāne ḫaṣmıla yed-kesr
Oluban ġarḳ-ı ḫūn-ālūd işte Şehīdler Serdārı…
(Elimde ateş saçan kılıç, dilimde Settâr’ın nazmı
Ben oldum Fâtih’in o gün göz kamaştıran sancaktârı
Kahır pençemle düşmanla Rüstem’ce ulu gazâ ettim
Kanlar içinde kalarak oldum Şehîdlerin Serdâr’ı)…”
Ünlü Osmanlı biyografı Mehmed Süreyyâ’nın Sicill-i ʿOs̱mānī’sinin “IV. Cild”inde, eski bir kaynaktan naklen: “‘Muṣṭafā Beg’ ve İstanbūl fetḥinde ‘Ḥasan Aġa’ ve ṣoñra ‘ʿAbdu’r-Raḥmān Aġa’ sekbān-başı olaraḳ, üç ṣoñrakiler şehīd olmışlardur.” kaydını düşerek[7], fetihten önce peş peşe “sekbān-başı”lık yaptıklarını ve ömürlerini şehâdetle tamamladıklarını haber verdiği bu fetih kahramanlarından ikincisi olan “Muṣṭafā Beg’’in “Ḥasan Aġa” ile birbirlerini yakından tanıdıkları ve öteden beri irtibatlı oldukları açıkça anlaşıldığı gibi; ayrıca onun memleketinin de yine Ulubat yakınlarındaki “Cānbāz” köyü olduğu birkaç yıl önce tarafımızdan vakıf kayıtları ışığında tespit edilmiştir.
Mehmed Süreyyâ’nın eserin II. Cild’indeki başka bir kaydında: “Sulṭān Murād Ḫān-ı Sānī Ḥażretleri’niñ ʿaṣrında Sekbān-başı olup, 857 (1453)’de İstanbūl fetḥinde şehīd oldu.” cümlesiyle şehâdetine bir kez daha işâret ettiği Ulubatlı Baba حسن اغا “Ḥasan Aġa”dan sonra[8] sekbânlarından “‘ʿAbdu’r-Raḥmān Aġa’”, Fâtih’in “muḳaddem gedüge çıḳa”nı bir üst rütbeye yükseltme vaadi gereği[9] yerine “sekbān-başı” kılınmışsa da, henüz şehre giremeden içerideki çatışmalar sırasında şehîd edilmiş; yukarıdaki ilk kaydın devâmında belirtildiğine göre, aralarından şehre girmeyi başaran tek kişi olarak “baʿde-hū (ondan sonra) Balabān Aġa” sekbân-başılığa tâyin edilmişti[10].
Baba Hasan Ağa’dan önce sekbân-başı olan ve o yerine bu göreve getirildiği zaman Sultan II. Murad tarafından “زعيم الراجلين : Yayalar zaʿīmi (komutanı)”[11] kılınan Mustafâ Beg, yine genç Sultân Mehmed’in yukarıdaki vaadine karşılık terfi‘-i rütbe ile daha yüksek bir makam olan “ لواء چنگانه / Livāʾ-i Çingāne” (Çingene livâsı) beyliğine getirilmiş; fetihten sonra uzun bir zaman daha yaşamaya devâm etmesinin ardından Mustafa Süreyyâ’nın yukarıdaki kaydında belirttiği üzere, o da 917/1511 yazında cereyân eden Uğraşdere Savaşı sırasında diğer yoldaşları gibi şehâdet mertebesine erişmişti.
Ulubatlı Hasan Ağa’nın yakın zamâna kadar bilinmeyen tarihî kimliği; hayatı, ahfâdı, vakıfları ve “Sekbânlar”ına ışık tutan farklı çalışmalarımız aracılığıyla geniş bir biçimde aydınlatılmakla birlikte, Bursa’nın yetiştirdiği ve onunla doğrudan bağlantılı olan “Cânbâz Mustafa Beg” ile “Karışdıran Süleymân Beg”in kimlikleri hakkında literatürde hâlâ çok az şey bilinmektedir. Haklarında ayrıntılı hiçbir bilgi bulunmayan fethin bu iki kahramânı ile ilgili olarak daha önce ilk derli-toplu ve ayrıntılı bilgi “‘Ulubatlı Hasan’ Rivâyeti Efsâne midir, Gerçek midir?” başlıklı bildiri metnimizin sonunda verildiği için, yazımızın bu kısmına adı geçen bildiri metnimizdeki tespitlerimizi aktarmakla yetineceğiz:
Çingene Livâsı Sancak Beyi Canbâz Mustafâ Beg
Tartışmalarda ismi gündeme getirilen ikinci Osmanlı askeri olan “Mustafa”nın kim olduğu ve son hücum sırasında tam olarak ne yaptığı konusuna gelince; kuşatma ânında Bizans saflarında savaşan birinin anlatılarını içeren Romence bir kronikte “flaborariu” = “Sancak beyi” olarak anılmasına rağmen, tarihî gerçekliğe tamâmen aykırı olarak aynı zamanda Anadolu’nun “baclerobei” = “Beylerbeyi” de olduğu öne sürülen ve “înpotriva Pighiei şi locului celui de aur” : “Pege kapısı (Silivrikapı) ile Altınmeydan önünde” savaştığına işâret edilen Mustafa, devâmında belirtildiğine göre; “Mai în 28… între carii erea cinci Turci mari de stat şi groaznici la vedeare” : “28 Mayıs’ta… çok yüksek boylu ve korkunç görünüşlü beş Türk”le birlikte Silivrikapı burcuna hücûm ederek Grekler’le kanlı bir çatışmaya girişmişti[12]. İddiâcıların Ulubatlı Hasan’ın Romanos (Topkapı) Burcu’na çıkışına alternatif sandıkları bu olay, anonim yazarın açıkça belirttiği üzere fetihten bir gün önce gerçekleşmiş olduğundan burçlara sancak dikme vak‘ası ile hiçbir şekilde alâkalı değildir.
Buna göre kesin olarak “Porta tis Pighi / Silivrikapı” önünde savaşan Anadolu beyleri arasında yer alan “Mustafa Beg”, aşağıdaki satırlardan açıkça anlaşılacağı üzere; ertesi gün gerçekten de burcu aşmayı ve askerleriyle Romanos burcunun arkasına kadar ilerleyip orada imparatorla çatışmayı başarmıştı:
“Amestecăndu-se Grecii cu Turcii, să făcu cumplită tăiare, însă Turcii, înfricoșindu-se, fugiră la zidul cel stricat. Atuncea flaborariu Mustafà al Răsăritului, fiind mare de trup și viteaz, chiotind cu toată putearea Răsăritului, și alergănd, răsipi putearea grečască și să repezi cu suliţa asupra pravoslavnicului înpărat. Iar înpăratul să apără cu pavăza, și lovindu-l cu paloșul, îi despică capul în doao al lui flaburariu, iar Turcii începură toţi a-l jăli, zicănd: ‘O flaborariu, flaborariu!’ ”[13]
“Orada Türkler ve Grekler arasında büyük bir katliâm ve mübâreze vukû‘a geldi. Fakat Türkler korkarak gediğe doğru kaçtılar. O zaman dev boylu ve çok cesur olan Doğu flambulario’su Mustafa müessir nâralar atarak ve bütün Anadolu askerleri ile koşarak Grek kuvvetlerini dağıttı; mızrağı elinde, ortodoks İmparatorun üzerine atıldı. Fakat İmparator kalkanı ile darbeye karşı koydu, sonra iki yüzlü kılıcı ile beylerbeyinin başını ikiye böldü. Bütün Türkler ‘Ah flambulario, flambulario!’ diyerek ağlayıp acındılar.”[14]
Mustafâ Beg’in cephesi Osmanlı askerinin burca çıkıp şehre girdiği ilk kapı olan Hagios Romanos/Ṭop-ḳapusı[15] tarafı değil, Anadolu ordusunun konuşlandığı ikinci giriş noktası olan Silivrikapı (Porta tis Pighi) tarafı olduğuna göre, onun Ulubatlı Hasan’dan önce şehre ilk giren kişi olup-olmadığı üzerinde tartışmaya gerek yoktur. Çağdaş müverrihlerden İbn Kemâl Silivri-kapı burcuna dikilen sancağın ilk değil, Ṭop-ḳapusı’ndan sonra dikilen ikinci Osmanlı sancağı olduğuna; üçüncü ve diğer sancakların ise Edirnekapı (Porta Harisius) ve çevresinde dalgalandı-rıldığına: “Silivri-ḳapusı cānibinden Anaṭolı ʿaskeri ve Edirne-ḳapusı ṭarafından Rūm-ili leşkeri daḫı hücūm idüp, gülgūn sancaḳlarla dīvār bedenlerini kenār-ı gerdūne dönderüp tebāşīr-i ṣubḥ-ı ẓaferi hüveydā itdiler.” cümlesiyle açıkça işâret eder[16]. Dolayısıyla yukarıdaki rivâyetlerde Mustafa Beg’in Porta Pighi/Silivrikapı’dan içeri girdiğine işaret edilmesi, onun Alemdâr Baba Hasan’a alternatif sayılamayacağının kesin delilidir. Dağınık, belirsiz ve abartılı anlatımı nedeniyle çoğu kez olayların aslî niteliğini değiştiren, siyâsî bir amaç ve dinî bir taassupla imparatoru ve şehri savunan Grekler’i yüceltmek için uydurulmuş düzmece tasvir ve hikâyeler de içeren, kimi noktalarında bâriz yalanlar bulunduğu için çok dikkatle kullanılması gereken bu destansı edebî metni, Sfrancis’in konu ile ilgili en orijinal ve en nitelikli tasvirleri içeren kroniği ile kıyas dahi etmeye imkân yoktur. Nitekim imparator tarafından Mustafa’yı “ikiye bölünmüş” gösteren bu uydurma hikâyenin tam aksine, çağdaş belgeler onun fetihten sonra da uzun bir süre yaşadığını göstermektedir.
Her hâl ü kârda Silivrikapı’dan içeri giren Anadolu birliğinin kumandanı olduğu açıkça anlaşılan Mustafâ Beg’in fetihten sonraki yaşamı ve tâyin edildiği vazîfeler hakkında karşımıza çıkan en erken kayıt bizzat Fatih Sultan Mehmed’in vakfiyesinin içinde yer alır. Fâtih’in İstanbul’da 864-875/1460-1471 yılları arasında tanzim edilen vakıflarının kayıtlı bulunduğu bu vakfiyenin Arapça aslî nüshasında, 864/1460 yılı civârında Mustafa Beg’in Silivrikapı yakınlarındaki mülk alanına yapılan orijinal bir atıfta: وبملك مصطفى سوباشى زعيم الراجلين “Yayalar zaʿīmi (komutanı) Sü-başı Muṣṭafā mülkü”[17]; metnin Türkçe tercümesinde ise: “İki ṭarafı ‘Cānbāz’ dimekle maʿrūf ‘Muṣṭafā Sü-başı’ nām kimesne mülki…” ifâdeleriyle[18], Mustafa Beg’in daha önce -Romence kroniğe paralel şekilde- kuşatmada زعيم الراجلين “yayalar-başı” olarak Silivrikapı tarafındaki Anadolu yaya ordusuna kumanda ettiğine, bilâhare İstanbul sü-başılığına tâyin edildiğine ve bu dönemde “Cānbāz” lâkabı ile bilindiğine ayrı ayrı gönderme yapılmıştır. Behiştî’nin, babası “Ḳarışdırān Süleymān Beg”in 860/1456 Belgrad seferi öncesi İstanbul sü-başılığından azledildiğine yönelik kaydı[19]; Canbâz Mustafâ Beg’in Silivrikapı’dan yaptığı ikinci girişin ardından Edirnekapı’daki büyük gedikten Rumeli askeriyle şehre girmeyi başaran bu beyin kısa süren vazîfesini müteâkip, bu makâma 864/1460’tan daha önceki bir târihte, o sırada Anadolu’da sancak beyi ve doğu ordusu içinde “yaya-başı” olan Canbâz Mustafâ Beg’in atandığına dâir bizlere çağdaş çok önemli bir bilgi perspektifi sunmaktadır.
Canbâz Mustafâ Beg’in XVI. yüzyılın başlarındaki resmî vazifeleri ve faaliyetleri hakkında ise Sultan II. Bayezid’e sunulmuş olan İnʿāmāt Defteri’nde oldukça önemli kayıtlara rastlanır. Bunlardan 23 Rebî‘u’l-âhir 910/3 Ekim 1504 günü düşürülen ilk İhsân-ı hümâyûn kaydında Mustafâ Beg: ناظر عمارة جديد “Nāẓır-ı ʿİmāret-i Cedīd” = “Yeni ʿİmāret Nāẓırı” sıfatıyla Sultan II. Bâyezid’in İstanbul’da inşâ ettirdiği külliyenin denetim sorumlusu olarak gösterilmiştir:
انعــــــــــــام
بمذكورين فى ٢٣ ربيع الآخر سنه ٩١٠
مصطفى بك
جانباز ناظر عمارت
جديد در استانبول
نقديه جامه
٥٠٠٠ چاتمه
“İnʿām
be-meẕkūrīn, fī 23 Rebīʻu’l-āḫir sene 910:
Muṣṭafā Beg-i
Cānbāz, nāẓır-ı ʿİmāret-i
Cedīd, der-İstanbūl:
Naḳdiyye: 5000.
Cāme: çatma.”[20]
İmâret tamamlandıktan bir yıl sonra, 4 Şevvâl 913/6 Şubat 1508 günü Sultân’ın huzûruna geldiğini gösteren aşağıdaki kayıtta ise Mustafa Beg’den “Çingene Livāsı Emīri” olarak söz edilmiş ve bu gelişinde kendisine Bursa kumaşından bir çatma hil‘at hediye edildiği belirtilmiştir:
فى شهر
شوال المكرم من شهور سنه ٩١٣
انعــــــــــــام
بمذكورين فى ٤ منه
مصطفى بك
جانباز مير لواء
چنكنه در وقت رفتن
جامۀ چاتمۀ برسه ثوب
“Fī şehr-i
Şevvāli’l-mükerrem min şuhūr-ı sene 913.
İnʿām
be-meẕkūrīn, fī 4 minhu
Muṣṭafā Beg-i Cānbāz mīr-i livāʾ-i
Çingene der-vaḳt-i reften.
Cāme-i çatma-i Burūsa, s̱evb.”[21]
Çingene Sancağı (لواء چنگانه / Livāʾ-i Çingāne) Rumeli sancakları içerisinde Kırkkilise/Kırklareli merkez olmak üzere; Eski-hisâr-ı Zağra, Hayrabolu, Ma‘lkara, Dögence-ili, İncügez, Gümülcine, Yanbolu, Pıñar-hisâr, Pravadi, Dimetoka, Ferecik, İpsala, Keşân ve Çorlu gibi geniş bir coğrafyayı içine alıyordu[22]. “Çingene begi”, “Çingene Sancaġı-begi” ya da مير قبطيان “Mīr-i Ḳıbṭiyān” olarak adlandırılan bu sancağın beyleri, bölge halkından Örfî vergileri tahsil edip merkeze ulaştırmakla yükümlü olup, İstanbul Çingeneleri üzerinde de nüfûz sâhibi idiler. Daha önce Anadolu’da küçük bir sancağa atanan Canbâz Mustafa Beg’in, fetihte Silivrikapı’dan içeriye giren yeniçerilere öncülük etmesi ve Romanos burcunun ardında imparatorla savaşıp mücâdeleye girişmesi, sü-başılığının ardından Rumeli’de bu kadar geniş bir livânın kendisine verilmesine sebep olmuştur.
فى شهر ذى القعده سنه ٩١٣
انعــــــــــــام
بمذكورين فى ١٧ منه
توجيــــــــــــه
تعزيۀ مصطفى بك مير لواء
چنكنه كه دخترش متوفى شد فى ١٩ منه
جامۀ چاتمۀ برسه ثوب
Aynı yıl (913/1508) Zi’l-ka’de ayının 17’si (19 Mart) günü Mustafa Beg’in kızının vefâtı üzerine Sultan II. Bâyezîd ona tâziye dileklerini iletmiş ve berâberinde kendisine yine Bursa çatmasından bir hil‘at vermiştir:
“Fī Şehr-i Zilkaʿde-i Sene 913
İnʿām be-meẕkūrīn, fī 17 minhu:
Tevcīh-i
taʿziyyeʾ-i Muṣṭafā Beg, mīr-i livāʾ-i
Çingene ki duḫtereş müteveffā şod, fī 19 minhu:
Cāmeʾ-i çatmaʾ-i Burūsa, s̱evb.”[23]
Cânbâz Mustafâ Beg’in 3 Rebî‘u’l-âhir 916/10 Temmuz 1510 târihinde gerçekleşen büyük Marmara depreminden yirmi gün sonra, 23 Rebî‘u’l-âhir 916/30 Temmuz 1510 günü Sultan’dan aldığı ihsânın miktârını bildiren aşağıdaki kayıt ise, onun bu sırada İstanbul’un tâmiri işiyle vazifeli bulunduğunu göstermektedir:
فى شهر ربيع الآخر سنه ٩١٦
انعــــــــــــام
بمذكورين فى ٢٣ منه
مصطفى بك
مير لواء چنكنه كه در
خدمت مرمت استانبول بود
نقديه جامه
١٠٠٠ چاتمهۀ برسه
ثوب
“Fī Şehr-i Rebīʻu’l-āḫir Sene 916
İnʿām
be-meẕkūrīn, fī 23 minhu
Muṣṭafā Beg
Mīr-i livāʾ-i Çingene ki der-
ḫidmet-i meremmet-i İstanbūl būd:
Naḳdiyye Cāme
10000. Çatmaʾ-i Burūsa, s̱evb.”[24]
II. Bâyezîd’in İnʿāmāt Defteri’nde yer alan Mustafâ Beg’le ilgili en son kayıt, 19 Rebî‘u’-âhir 917/16 Temmuz 1511’de kendisine yapılmış olan şu atıftan ibârettir:
شهر ربيع الآخر سنه سبع عشر وتسعمائه
انعــــــــــــام
بمذكورين فى ١٩ منه
مصطفى بك
مير لواى چنكنه كه
نقديه جامه
١٠٠٠ مثله
“Şehr-i Rebīʻü’l-āḫir Sene Sebʿa ʿaşar ve tisʿa mīʾe
İnʿām
be-meẕkūrīn, fī 19 minhu:
Muṣṭafā Beg
Mīr-i livāʾ-i Çingene:
Naḳdiyye Cāme
10000 mis̱lehū”[25]
Bundan sonra 933/1527 yılına kadar devâm etmesine rağmen[26], Defter’in kalan kısmında Canbâz Mustafa Beg’le ilgili hiçbir ihsan kaydı yer almaz. İmparatoru yüceltme amaçlı hikâyeler içeren Romence Kronik’teki efsânevî kurgular istisnâ edilirse, Mehmed Süreyyâ’nın bir XV.-XVI. yüzyıl kaynağından aktardığı aşikâr olan rivâyetinde ölümünün şehâdet olarak gösterilmesinden hareketle, onun bu târihten çok kısa bir süre sonra şehîd düştüğünü tahmin edebiliriz. 1511 Temmuz’undan kısa bir süre sonra gerçekleşen ve Mustafâ Beg’in emâret alanına yakınlığı ile dikkati çeken yegâne savaş, bir sonraki ayda Edirne Uğraşdere yakınlarında Sultan II. Bâyezid’le Şehzâde Selim orduları arasında meydana gelen savaştır. Canbâz Mustafâ Beg muhtemelen işte bu savaşta, bölge livâ emîri olarak Sultân’ın ordusunun en ön safında, doksan yaşını geçmiş bir pîr-i fânî olduğu hâlde savaşırken şehîd düşmüş olmalıdır.
953/1546 târihli İstanbul Vakıfları Tahrīr Defteri’ndeki kayıtlara göre; Canbâz Mustafâ Beg’in biri Silivrikapı yakınlarında, Cerrahpaşa’daki Canbāziyye Maḥallesi’nde[27], diğeri ise Koca-mustafapaşa’da olmak üzere iki mescidi ve bir medresesi vardı[28]. İçinde Canbâz Mustafa’nın kabrinin de bulunduğu Kocamustafapaşa’daki mescid[29], hazîresinde pek çok ünlü Osmanlı entelektüelinin yattığı Silivrikapı yönündeki mescidle[30] birlikte bir dönem kadro dışı bırakılmış ve bakımsızlıktan harâbeye dönüşmüşse de[31], daha sonra yeniden inşâ ettirilip tekrar açılarak ibâdete uygun hâle getirilmiştir.
Ayvansarâyî Hüseyin Efendi Ḥadīḳatü’l-Cevāmiʿsinin ilk cildinde Hasan Ağa ve Balaban Ağa’nın Horhor ve Laleli’deki mescidlerini tasvir ettiği gibi; Canbâz Mustafâ Beg’in kendi adıyla anılan iki mescidine de işâret ederek, her ikisinin kendi zamanındaki durumları hakkında kısaca bilgi vermiştir.
Nitekim onun Kocamustafapaşa yakınlarında inşâ ettirdiği ve bilâhare hazîresine defnedildiği, lâkabına atfen “Canbāziyye Mescidi” adıyla anılan mescidi hakkındaki kaydı şöyledir:
“Canbāziyye Mescidi der-Ḳurb-ı Ḳoca Muṣṭafā Paşa / 19:
Bānīsi Muṣṭafā Aġa’dur, ḳabri daḫı andadur. Bir mescidi daḫı gelse gerekdür; maḥallesi daḫı vardur.”[32]
Buradaki اغا “Aġa” unvânının, Mehmed Süreyyâ’nın çağdaş bir kaynaktan aktardığı Canbâz Mustafâ’nın “Sekbān-başı”lık dönemindeki vasfını nitelediği âşikârdır. Müellif onun Hasan Ağa’dan önce, II. Murad döneminde Sekbân-başı olduğunu zikrettiği yerde unvânını بك “Beg” olarak zikretmekle, daha sonra sancak beyliğine atandığından haberdar olduğunu açıkça göstermesine rağmen, Ayvansarâyî burada fetihten önceki eski unvânına odaklanarak onu Edirne’deki vasfı olan اغا “Aġa” nisbesiyle zikretmiştir.
Canbâz Mustafâ Beg’in, üzerinde yalnız mîlâdî “1465” târihi bulunan Latin harfli mermer mezar taşı üzerinde: “Merhûm Canbâz Mustafâ’nın rûhuna Fâtiha / 869 (1465)” isim ve târih ibâresine yer verilmiştir[33]. Ancak onun 1511 yılı yazına kadar yaşadığını gösteren yukarıdaki çağdaş kayıtlara bakılırsa bu târihin yanlış olduğu kesindir. Onun İstanbul sü-başılığı dönemine tekâbül eden bu târihin aslında Canbâz Mustafâ’nın mescidini inşâ ettirdiği târih olup, daha sonra sehven “ölüm târihi” şeklinde şâhideye geçirilmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
Mustafâ Beg’in Cerrahpaşa yakınlarında inşâ ettirdiği diğer mescidinden ise Ḥadīḳatü’l-Cevāmiʿde şu ifâdelerle söz edilmiştir:
“Canbāziyye Mescidiʾ-i Dīger der-Ḳurb-ı Cerrāḥ Paşa / 32:
Bānīsi baʿde-mā (/muḳaddemā) dīger mescidinde yazılmışdur. Minberini sābıḳā İzmīr Gümrükcisi Fevrī Aḥmed Efendi vażʿ eylemişdür. Meşhūr Seyyid Ḥüseyin Vehbī Efendi daḫı anda medfūndur, Ḥaleb’den maʿzūldür.
Eyyūbī Necīb Efendi tārīḫ dimişdür:
Tārīḫ: ‘O Vehbī-yi hüner-pīşe cihāndan gitdi’ / 1149
Maḥallesi yoḳdur.”[34]
Canbâz Mustafâ Beg’in vaktiyle İstanbul’da, Cerrahpaşa’daki mescidinin bitişiğinde yer alan medresesinin de[35] yine İnʿāmāt Defteri’ne düşürülen kayıtlardan; ölümünden birkaç yıl öncesine kadar, 912-913/1506-1507 yılları arasında bir ilim merkezi olarak faaliyet gösterdiği anlaşılmaktadır[36].
Bu çağdaş resmî kayıtlara dayanılarak, Canbâz Mustafâ Beg’in çatışma sırasında imparator tarafından öldürüldüğü yönünde kronikte yer alan yukarıdaki hikâye ve onun 869/1465’te öldüğüne yönelik mezar taşında yer alan ibârenin gerçek ölüm târihini temsil etmediği; bilâkis çağdaş resmî kayıtlara göre Mustafâ Beg’in 19 Rebî‘u’l-âhir 917/16 Temmuz 1511’de ihsan aldıktan muhtemelen çok kısa bir süre sonra, yukarıda belirttiğimiz üzere; Şehzâde Selim’le babası Sultan Bâyezîd arasında 8 Cemâziye’l-evvel 917/3 Ağustos 1511 günü Edirne Uğraşdere’de gerçekleşen savaş sırasında, doksan yaşının üzerinde iken Sultân’ın safında çarpışırken şehid düştüğü tahmin edilebilir.
Canbaz Mustafa Beg’in Silivrikapı’da inşa ettirmiş olduğu mescid. Fatih/İstanbul
İstanbul’un İlk Sü-başısı Karışdırân Süleymân Beg
Ulubatlı Baba Hasan’ı yok sayanlardan bâzılarının onun yerine en kuvvetli aday olarak öne sürdükleri üçüncü isim ise, Osmanlı kroniklerinde İstanbul’un ilk “sü-başı”sı olarak zikredilen Karışdıran Süleymân Beg’dir. Fetih sırasında Rumeli sancak beylerinden olan Karışdıran Süleyman Beg’in biyografisine ışık tutacak sınırlı bilgiler; Arşiv belgeleri ve Sicil defterlerine, fetihle ilgili çağdaş kaynaklara ve II. Bâyezîd dönemi şâir ve müverrihlerinden olan oğlu Behiştî Ahmed Çelebi’nin Vāridāt-ı Sübḥānī ve Fütūḥāt-ı ʿOs̱mānī adlı eserinin “VII. Cild”indeki kayıtlarına dayanır[37].
Karışdıran Süleyman Beg’in Bursa/Murâdiye’de yer alan türbesi. Mustafa Cambaz Fotoğraf Arşivi.
Süleymân Beg’in taşıdığı adın ve “Ḳarışdırān” lâkabınının ortaya çıkışının[38] nedeni hakkında bizelere yegâne bilgiyi veren Hüseyin Hüsâmeddin’in yazdığına göre; bu Türk devlet adamının dedesinin adı da Süleyman’dı ve o 791/1389’da Sultan I. Murad’ın şehâdeti sonrası Yıldırım’la taht için savaşan Şehzâde İbrâhim’in yanında yer almış, Yıldırım’ın ordusuyla Bursa’ya gelişini panik havası içinde haber verip şehri karıştırdığı için “Ḳarışdırān” lâkabıyla anılmış, nihâyet Yıldırım’ın gâlip gelmesi üzerine şehzâde ile birlikte ortadan kaldırılmıştı[39]. Bilâhare dedesinin adı ve lâkabıyla anılan Süleymân Beg’in, diğer kaynaklarda müverrih Tursun Beg’in kızkardeşiyle evlendiği[40] ve bir dönem Fâtih’in defterdarlığını yaptığı bilgileri aktarılır[41].
Sultan II. Bâyezîd döneminde ilk Türkçe Ḫamse’yi kaleme almasıyla meşhur olan ve Vāridāt-ı Sübḥānī ve Fütūḥāt-ı ʿOs̱mānī isminde bir de kronik yazan oğlu Behiştî Ahmed Çelebi’nin, eserinin Fâtih dönemini içeren VII. cildinde belirttiğine göre; Süleyman Beg Sultan II. Murad zamânından beri Vize sınırında uç beyi iken, Fâtih’le birlikte Rumeli ordu kumandanlarından biri olarak fethe katılmış ve özellikle “Rumeli beylerinden burca ilk sancağı dikmeyi başaran kişi” olup, berâberindeki diğer beylere de bu konuda öncülük yapmıştı:
“Evvel Rūm-ili beglerinden ḥiṣār-ı ʿālī-miḳdāra çıḳan merḥūm-ı maġfūr vālidüm Süleymān Beg idi dirler. Sulṭān Murād-ı [ḳudsī-]nicād zamānından berü iyāleti vilāyet-i Vīze imiş, ol eyyāmda ser-ḥadd-i mülk-i ehl-i İslām imiş; sedd-i sınūr idüb memleket muḥāfaẓa idermiş. Ḳudret-i pāzū-yı taḳdīr naṣīr olup, sancaġını ol dilīr-i kām-yāb eline alup Ḫurşīd-i cihān-tāb gibi evc-i āsumāna çıḳarmış. …Anı görüp sāyir begler daḫı iḳdām u ihtimām eyleyüp aʿlām-ı nuṣret-encāmı bām-ı felek-i aʿlāya çıḳardılar; tekbīr ü tehlīl āvāzından ʿāleme velvele ṭolup zemīn ü āsumāna zelzele düşdi.”[42]
Behiştî burada babasının umum Osmanlı emîrlerinden değil, “Rūm-ili beglerinden ḥiṣār-ı ʿālī-miḳdāra çıḳan” ilk kişi olduğunu açıkça belirtmiştir. Dolayısıyla onun Porta Kaligaria/Eğrikapı ile Porta Harisius/Edirnekapı arasında konuşlanıp açılan büyük gedikten şehre giren Rumeli ordusunun başında bulunduğu ve diktiği sancağın ise Baba Hasan Ağa ile Mustafâ Beg’den sonra dikilen üçüncü Osmanlı sancağı olduğu kesindir.
Tâcî-zâde Ca‘fer Çelebi Maḥrūseʾ-i İstanbūl Fetḥ-nāmesi’nde Karışdıran Süleyman Beg ve peşindeki diğer Rumeli beylerinin Kaligaria/Eğrikapı ile Harisius/Edirnekapı arasındaki gedikten surlara tırmanıp kale burçlarını kızıl Türk sancaklarıyla donattıkları bu muhteşem ânı şöyle tasvir etmiştir:
“Edirne-ḳapusı cānibinden olan gedükde ḳıtāl iden ġāzīler kāfirlere ġālip gelüp, biş-on ġāzī dīvār üzerine çıḳup sancāḳ dikdi; tekbīr ü tehlīl ve temcīd ü taḳdīs āvāzı s̱erādan s̱üreyyāya irişdi. Anı görüp her ṭarafdan begler ve serverler ve ʿāmmeʾ-i leşker, göge ṣuʿūd ider duʿā-yı müstecāb gibi burūca ʿurūc idüp ḳażā-yı āsumānī gibi ḥiṣār içine döküldiler.”[43]
Ulubatlı ‘Alemdâr Baba Hasan’la onun neferlerinden Balaban ve bilâhare Mustafa Beg’in Topkapı ve Silivrikapı burçlarına çıkışlarının ardından, Edirnekapı ile Eğrikapı burçları arasını Türk sancaklarıyla dolduran bu “biş-on ġāzī”, rivâyete bakılırsa kendilerini tâkip eden “begler ve serverler”le birlikte umum Türk ordusuna öncülük ederek İstanbul’a asıl büyük girişi bu noktadan gerçekleştirmişlerdi. Çağdaş Rum târihçi Kritovulos’un yazdığına göre, Karışdıran Süleyman ordusuyla bu büyük gedikten şehre girdiği sırada: “Βασιλεὺς δ’ ἑστὼς πρὸ τοῦ μεγάλου τείχους, ἴνα καὶ ἡ μεγάλη σημαία ἤν καὶ τὸ ξύνθημα.”[44] : “Sultan, Büyük Sûr (Romanos Burcu)’nun önünde büyük bayrakla sancağın çekildiği noktada bekliyor, olanları seyrediyordu.”[45] Karışdıran Süleyman ve yanındaki Rumeli beyleri, “Heşt-seddin/Sekiz burcun ʿalemdārı” şehid Baba Hasan Ağa’nın “Sulṭān-ı ʿālem’üñ ʿaḳ ʿalemi”ni çektiği en büyük burcun ötesindeki Edirnekapı-Eğrikapı burçlarını da kızıl Türk sancaklarıyla donatarak, “Sekiz burç”tan ikisini daha teslim almışlar; büyük gedikten şehre girip tüm burçlarda savunmayı çökerterek fethin önünü açacak nihâî hamleyi de yapıp, Ulubatlı Baba Hasan’ın canı pahasına öncülük ettiği işi başarıyla tamamlamışlardı.
Romanos/Topkapı ve Porta Pighi/Silivrikapı burçlarının ele geçirilişi sonrası şehre kara surları tarafında açılan gedikten gerçekleşen bu umûmî girişin ayrıntıları, isim benzerliğinden kaynaklanan küçük bir karıştırma ile[46] Anonim Romence kroniğe ve onu izleyen Nestor İskender’in eserine de açıkça yansımıştır. “Süleyman” ortak ismini taşıyor olmaları nedeniyle Ḳarışdıran Süleymān’ı, daha önce azledilen donanma kaptanı Balta-oğlu Süleymân Beg’le aynı kişi zanneden her iki çağdaş kaynağa göre; Sultan Mehmed “Pașa Baltaui / Baltavulji” (Balta-oğlu Paşa) adlı kumandanına çok sayıda asker vererek bu iki burç arasında açılan büyük gedikten şehre girmelerini emretmiş; o da Sultân’ın emrini yerine getirerek verilen “üç bin asker”le birlikte gedikten içeriye girip fethin nihâî hamlesini gerçekleştirmiştir[47].
Karışdıran Süleyman’ın açılan büyük gedikten şehre girişi, Canbaz Mustafâ’nın Silivrikapı burcunu ele geçirip sancak dikmesinden daha sonra gerçekleşmekle birlikte, büyük ordunun şehre yaptığı asıl ana giriş mesâbesinde olduğu ve muhtemelen öncesinde ondan daha yüksek bir askerî rütbeyi elinde bulundurduğu için, Fâtih’in: “muḳaddem gedüge çıḳan”a görevinde terfî vaadi gereği “sü-başılık” vazîfesi doğrudan ona tevdî edilmiş[48]; Canbâz Mustafâ Beg’e ise o an sâdece Rumeli’de daha büyük bir sancak verilmekle yetinilmiştir. Ancak oğlu Behiştî’nin kayıtlarına bakılırsa Karışdıran Süleyman Beg üç yıl kadar sonra bu görevinden azledilmiş[49]; 860/1456’dan önce ise onun yerine, sıralama itibâriyle bu vazifeye hak kazanan ikinci kişi olduğu anlaşılan Canbâz Mustafâ Beg tâyin edilmiştir.
Rumeli askeri arasında bulunduğu için, Topkapı ile Edirnekapı arasında açılan gediğin Edirnekapı’ya yakın bir noktasında çarpıştığını ve Rumeli beylerinden o bölgedeki burca ilk sancağı diken kişi olduğunu bildiğimiz Karışdıran Süleymân Beg, sü-başılıktan azledilmesinin ardından oğlu Behiştî’nin isim belirtmeden “ʿālī sancaḳ” diye bahsettiği Bursa şehrinin sü-başılığına tâyin edilmiş, ömrünün son zamanlarına dek burada yaşamaya devâm etmiş[50] ve vefâtından sonra Bursa/Murâdiye’de bulunan kitâbeden yoksun türbesine defnedilmiştir[51].
Çağdaş Osmanlı müverrihlerinden İbn Kemâl, Tursun Beg ve yukarıda sıraladığımız diğer dış kaynaklarda verilen bilgilerin toplu tenkidi, özellikle İbn Kemâl’in açık ve net ifâdelerle ortaya koyduğu kronolojik sıralamaya göre; ilk sancağın fetih kapısının açıldığı ilk burç olan Topkapı/Romanos burcuna “On Sekiz Sekban”ı ile birlikte burca çıkmayı başaran “Ulubatlı ʿAlemdār Baba Ḥasan Aġa”, ikinci sancağın Silivrikapı/Porta Pighi burcuna tırmanıp imparatorun bulunduğu bölgeye kadar ilerleyen Anadolu sancak beyi “Cānbāz Muṣṭafā”, üçüncü ve onu tâkip eden diğer sancakların ise Fâtih’in emriyle Edirnekapı/Porta Charisius’la Eğrikapı/Kaligaria arasında açılan büyük gedikten şehre giren Rumeli beylerinden “Ḳarışdırān Süleymān Beg” ve yanındaki “biş-on ġāzī” tarafından dikildiği kesin olarak söylenilebilir. Bundan sonra şehre girildiğini ve burçlara sancak dikildiğini işiten Haliç-Ayvansaray cephesindeki Zağanos Paşa’ya bağlı gönüllü azebler, kaptan ve leventler de büyük bir iştiyakla Kerkoporta/Hagia Kalinkos burçlarına sancaklar dikerek buradaki Bizans direnişine de kesin olarak son vermişlerdir.
İbn Kemâl ve diğer çağdaş müverrihlerin sarâhatle ortaya koyduğu bu kronolojik sıralama, yıllardır üzerinde tartışıldığı hâlde içinden çıkılamayan “Surlara Sancak dikme” problemini güvenilir veriler ışığında kesin olarak çözümlediği gibi; Romanos (Topkapı) burcunda yaşananları çağdaşlarından daha ayrıntılı şekilde aktaran Sfrancis’in, hemen sonrasında: “Ταῦτα δὲ οὕτως ἔχοντα, καὶ φωνή τις ἐῤῥέθη ἔσωθεν καὶ ἔξω θεν καιὶ ἐκ τοῦ μέρους τοῦ λιμένος ἑάλω τὸ φρούριον καὶ τὰ στρατήγεια καιὶ τὰ ση μεῖα ἄνωθεν ἐν τοῖς πύργοις ἔστησαν.”[52]: “Tüm bunlar olup biterken hem içeriden, hem dışarıdan, hem de liman tarafından bir ses yükseldi: ‘Kale (şehir) düştü! Kulelerde bayraklar ve askerî ‘alemler yükseldi!..’”[53] şeklinde yaptığı sıralamanın da -tıpkı yukarıdaki rivâyetler gibi- onun kendi gözlemlerini yansıttığını ve bizzat kendi kaleminden çıktığını şüpheye imkân bırakmayacak bir biçimde gözler önüne sermektedir.
İstanbul’un kara ve sâhil burçlarının fetihten kırk yıl sonraki görünüşü. Hartman Schedel, “Konstantinopolis”, Nüremberg Chronicle, 1493, ff. 129v-130r.
Kaynak ve Dipnotlar için: P. Şehrengiz Dergisi, 141, Sayı- Mayıs- haziran