YÜZ YILLIK BİR ACI BU, UNUTMA UNUTTURMA

İbrahim ÖGE YÜZ YILLIK BİR ACI BU, UNUTMA UNUTTURMA   Yürek isterdi Sevr Anlaşmasını parçalamak… Binlerce şehit verdik bu topraklarda… Türk’e tapulu bu vatanda, Türk’ün devletini yeniden ayağa kaldırmak hiç kolay olmadı… Bundan 102 yıl önce Yunan İzmir’e çıktıktan sonra yaşanan acıyı “bir kez daha hatırlamakta yarar var” dedik ve Bursa genelinde, Yenişehir özelinde yaşanan

Haber Giriş Tarihi:
Haber Güncellenme Tarihi:
https://www.bursasehrengiz.com/

İbrahim ÖGE

YÜZ YILLIK BİR ACI BU, UNUTMA UNUTTURMA

 

Yürek isterdi Sevr Anlaşmasını parçalamak… Binlerce şehit verdik bu topraklarda… Türk’e tapulu bu vatanda, Türk’ün devletini yeniden ayağa kaldırmak hiç kolay olmadı… Bundan 102 yıl önce Yunan İzmir’e çıktıktan sonra yaşanan acıyı “bir kez daha hatırlamakta yarar var” dedik ve Bursa genelinde, Yenişehir özelinde yaşanan işgali, katliamları ve kurtuluşun hikayesini Şehrengiz sayfalarına taşıdık.

Birinci Dünya Savaşı… 10 milyonu sivil olmak üzere yaklaşık 20 milyon insanın hayatını kaybettiği kanlı savaşın üzerinden tam 107 yıl geçti…

28 Haziran 1914’te Avusturya Arşidükü Franz Ferdinand ile eşi Prenses Sophie’nin Saraybosna’da Sırp milliyetçisi Gavrilo Princip tarafından öldürülmesiyle çıkan umumi harbin gerçekte sebebi, sanayileşmiş devletlerin dünya pazarlarındaki hakimiyet kavgasından başka bir şey değildi. Nitekim suikast sonrası 28 Temmuz 1914’te Avusturya-Macaristan’ın Sırbistan’a açtığı savaş; Avrupa’dan Anadolu’ya, Mısır’dan Kafkaslar’a geniş bir coğrafyaya yayılıyordu.

11 Kasım 1918’de sona eren Avrupa merkezli bu küresel savaş, İtilaf Devletleriyle Almanya’nın imzaladığı ateşkes anlaşmasıyla son buluyordu. Britanya İmparatorluğu (İngiltere), Fransa, İtalya, Japonya, Ermenistan, Belçika, Yunanistan, Hicaz Krallığı, Polonya, Portekiz, Romanya, Sırp, Hırvat-Sloven Krallığı ve Çekoslovakya’dan oluşan İtilaf Devletleri, mağlup olan Almanya, Osmanlı, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan’a çok ağır barış koşulları sunuyordu. Savaşın bütün kayıp ve zararlarından sorumlu tutulan ve topraklarının yüzde 15’ini kaybeden Almanya’ya Rethondes Mütarekesi (11 Kasım 1918) sonrası dayatılan Versay Anlaşması 28 Haziran 1919,

Coğrafyasında birçok devletin kurulmasına boyun eğmek zorunda kalan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na Villa Guisti Mütarekesi (3 Kasım 1918) sonrası sunulan Saint-Germain Antlaşması 10 Eylül 1919,

Yeni oluşan Yugoslavya, Romanya ve Yunanistan’a topraklarının bir bölümünü terk etmeye mecbur kalan Bulgaristan’a Selanik Mütarekesi (29 Eylül 1918) sonrasında dayatılan Neuilly Antlaşması 27 Kasım 1919,

Ülkenin üçte ikisini yitiren Macaristan’a Belgrad Mütarekesi’nin (3 Kasım 1918) ardından sunulan Trianon Anlaşması 4 Haziran 1920,

Ve adeta “sen artık tarih oldun” denilen Osmanlı İmparatorluğu’na Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918) sonrası dayatılan Sevr Anlaşması 10 Ağustos 1920’de imzalanıyordu. Çanakkale ve İstanbul Boğazı’nın hakimiyetini de İngiltere’ye bırakmak zorunda bırakılan Osmanlı Devleti adına bu anlaşma metnine imzayı Sadrazam Damat Ferit Paşa atıyordu.

SEVRİ PARÇALAYAN İRADE

Şu da bir gerçek ki Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda imzalanan dört mütareke, beş antlaşmadan sadece Sevr Anlaşması geçerliliğini kaybediyordu. Elbette ki Sevr’i yırtıp atan, hükümsüz kılan irade, Anadolu’nun her köşesinde işgale direnen Türk Milletine aitti. Orduları terhis edilen, savunma hakkı tamamen elinden alınan, kendi öz yurdunda köle haline getirilen Türk milletinin canını ortaya koyarak, Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde verdiği kurtuluş mücadelesi o kutsal iradenin eyleme dökülmüş haliydi.

Evet o acı günlerden Bursa ve çevresi de payını almıştı. Neler yaşanmıştı peki bölgemizde? 1918 koşullarında Bursa ve çevresinde nasıl bir toplumsal yapı mevcuttu?

O günlerde Bursa ve çevresinde 1. Dünya Savaşı sonrasında toplumun eğilimini belirleyen üç ayrı grup bulunuyordu. Birincisi ekonomik gücü elinde bulunduran Levantenlerle yerli gayrimüslim azınlık, ikinci grup din adamları ve medreseler hocalarının temsil ettiği ulemalar ve üçüncü grup ise yönetici kesim ve askerlerden oluşuyordu. Bursa Osmanlı Devleti’nin geçmişi açısından kutsal bir kent olarak kabul ediliyor, padişah ve dönemin hükümeti tarafından sıkı denetim altında tutuluyordu. Dolayısıyla şehre atanan yöneticiler dikkatle seçiliyor, haliyle ulema ve yönetici sınıf da halifenin simgelediği ümmetçilik ve Osmanlı ülküsünü temel ideoloji olarak benimsiyordu.

Osmanlı İmparatorluğu adına Bahriye Nazırı Rauf Bey (Orbay) ile İtilaf Devletleri adına İngiliz General Somerset Arthur Gough-Calthorpe tarafından Limni adasının Mondros Limanı’nda demirli Agamemnon zırhlısında 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan mütareke sonrasında Anadolu’nun birçok şehrinde olduğu gibi Bursa’da da teslimiyetçi bir düşünce yapısı hakimdi. Halk savaş sonrası yaşanan ekonomik bunalım gibi ayrılıkçı Rum ve Ermeni çetelerinin teröründen yaka silkerken, İstanbul hükümeti “barış için gerekli olan dinginlik ortamının” bozulmamasını istiyordu.

HEYET-İ NASİHA YOLLARDA

Bu çerçevede şehzadelerin başkanlığında oluşturulan Heyet-i Nasiha, Anadolu’da tura çıkıyordu. Hem denetim hem de padişahın sevecen ve yakın duygularını müjdelemek üzere Bursa’ya da 17 Nisan 1919’da İstanbul’dan törenle uğurlanan Şehzade Abdürrahim Efendi başkanlığındaki heyet geliyordu. Mudanya’dan trenle geldikleri Bursa İstasyonu’nda “padişahım çok yaşa” sloganları ile karşılanan Şehzade Abdürrahim Efendi, 18 Nisan’da Ulucami’de halkla birlikte Cuma namazı kılıyor, 19 Nisan’da ise Bursa’daki Osmanlı tarihi açısından önem arz eden bütün camileri ve türbeleri ziyaret ediyordu. Son gün bir yemekte Rum Metropoliti ve Ermeni Murahasası’yla buluşan Şehzade, “Müslim ve gayrimüslim ahalinin haklarında gösterdiği samimiyetten çok duygulandığını, bunu padişaha arz edeceğini” söyleyerek 20 Nisan 1919’da Karacabey’e oradan da İzmir’e geçmek üzere Bursa’dan ayrılıyordu.

26 Nisan 1919’da İzmir’e ulaşan Şehzade, Buca’da Mudanya-Trilye doğumlu İzmir Metropoliti Hrisostomos’un düzenlediği törenle karşılanıyordu ama Heyet-i Nasiha ile amaçlanan toplumsal dinginliğin bundan sonra sağlanabilmesinin imkansızlığını bir Rum gazetesi Kozmos şu ihanet dolu cümleleri kullanarak dile getiriyordu:

“Emellerimize kavuşmak üzere olduğumuz şu günlerde, altıyüz senedir öptüğümüz kirli ve kanlı elleri öpmekte hala devam edecek miyiz?”

Aslında gazetenin İstanbul hükümetini hedefe alarak yazdığı bu cümle, büyük bir felaketin habercisiydi. Gerçekten de Şehzade Abdürrahim Efendi, 29 Nisan’da İzmir’den ayrılıp, 12 Mayıs’ta Konya’ya ulaştıktan 3 gün sonra bütün Anadolu, Yunanlıların İzmir’i İngiliz ve ABD Bayraklarının gölgesinde işgali haberiyle sarsılıyordu. Aslında Osmanlı Devleti, Yunan’ın İzmir ve çevresini işgal etmeden önce İttihat ve Terakki’nin iktidarda olduğu dönemi unutturmayı amaçlayan bir dış politika izliyor, özellikle İngiltere’yle ters düşmemeye çalışıyordu. Yine Anadolu’da azınlıklarla Türkler arasındaki gerginliği gidererek huzurlu ve istikrarlı bir devlet imajını çizen iç politikaya tutunuyordu. Zaten Heyet-i Nasiha, iç politikada başarılı olmak adına kuruluyordu ama Bağlaşık Devletler ateşkesten sonra bir barış anlaşmasına bile gerek duymadan Anadolu’yu işgal etmeye başlayınca, ülkede gerginlik hat safhaya tırmanıyordu.

 

VE YUNAN HAREKETE GEÇİYOR

Osmanlı Hükümeti bunları düşünürken, Yunanistan Başbakanı ve Megali İdea’nın mimarı Eleftherios Venizelos, Yunan askeri varlığının yalnızca ülkesinin emellerini değil, aynı zamanda saptanacak barış koşullarının Türk tarafına kabul ettirilmesinde zorlayıcı güç olacağına inanıyordu. Nitekim bu yönde Yunanistan’daki muhalif partilerin de desteğini alan ve her fırsatta Avrupa’nın kapısını zorlayan Venizelos, sonunda 15-17 Mayıs 1920 tarihlerinde İngiltere’nin Hythe Kasabası’nda gerçekleştirilen 2 günlük konferansta İngiliz ve Fransızları ikna etmeyi başarıyordu. Alınan karara göre “Kuvâ-yi Milliye” adı verilen Türk direnişinin kırılması ve böylelikle barış koşullarının zorla dayatılması görevini Yunanistan üstleniyor ve askeri eylemin Bursa çevresinde Bandırma’dan daha ileriye gitmemesi kararlaştırılıyordu. Takvimler 22 Haziran 1920’yi gösterirken İzmir’deki konuşlanan Yunan Küçükasya Ordusu, Batı Anadolu’da Uşak ve Bursa doğrultusunda iki yönlü ileri harekete geçiyordu. Meclis-i Mebusan üyesi ve Osmanlı Müderrisi Mustafa Sabri’nin yazdığı, Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Bey Efendi’nin onayladığı Sadrazam Damat Ferid Paşa’nın imzalayıp Sultan Vahdettin’in 11 Nisan 1920’de yürürlüğe koyduğu “Yunan ordusuna karşı direnç gösteren Mustafa Kemal önderliğindeki Kuvâ-yi Milliye güçleri hakkındaki ölüm fetvası” Anadolu’daki milli mücadelenin etkisini kırmak amacıyla İstanbul Hükümeti’nce desteklenen Anzavur, Düzce ve Hendek ayaklanmaları, Yunan Ordusunun ilerleyişini daha da kolaylaştırıyordu.

 

KALK OSMAN KALK DA…

Nitekim o dönemin toplumunda Yunan Ordusu’nun “halifenin askerleri ve bu ordunun Doğuda başlayan isyanı bastırmak amacını taşıdığına” inananlar gibi, “Osmanlı’ya da vergi vereceğiz, Yunan’a da… Dolayısıyla işgalciyle çatışmaya girmek, işleri daha da zora sokacaktır” şeklindeki teslimiyetçi düşüncelere sahip olanların sayısı da hiç az değildi.

Sonunda yakarak, yıkarak ilerlemesine devam eden Yunan Ordusu, 22 Haziran’da başlattığı harekatın 16. gününde yani 8 Temmuz 1920’de Bursa’ya ulaşıyordu. Ankara’daki Büyük Millet Meclisi’nin İnönü ve Sakarya’daki büyük savunma planı çerçevesinde İnegöl-Yenişehir-İznik hattına çekilmesini istediği Bursa’daki konuşlu 56. Tümen Komutanı Bekir Sami Bey’in düşmana karşı koyma, hiç değilse Yunan askerine zayiat verme arzusu pahalıya mal oluyordu. Çünkü Bursa ve yöresinden olan askerlerin büyük bir bölümünün birliklerinden silahlarıyla firar etmesi mevcudu azalan 56. Tümen’in kısa sürede dağılmasına neden oluyordu.

Bu istihbaratı alan Yunan ordusunun komutanları ise büyük sevinç yaşayan Rum ve Ermenilere Bursa’ya girişleri sırasında karşılama töreni yapmaları için süre veriyordu. Sonunda; 1326’da Orhan Gazi’nin fethettiği diyarda 594 yıl öncesinin intikamını almak isteyen Yunan Ordusu, şehrin geçmişte sakini olan, savaş yıllarında kaçıp gittiği Yunanistan’da orduya yazılan “Teofani” isimli Rum’un şefliğini yaptığı bando takımının öncülüğünde giriyordu. İki gün sonra ise Yunan ordusu Yenişehir ve İnegöl hariç bütün Bursa’yı işgal ediyordu. Ediyordu ama manevi ve sembolik açıdan Türk yurdunun en kıymetli coğrafyasının işgali bütün ülkede ciddi bir travmaya yol açıyordu. İngilizlerin Gemlik ve Mudanya’dan denizden destek verdiği işgalinin ardından şehre giren Yunan birliklerinin başındaki Venizelos’un oğlu Yüzbaşı Sofoklis Venizelos’un, Osman Gazi’nin Tophane’deki türbesine girip kurşunlanan sandukasını tekmeleyerek “Kalk Osman, kalk da vatanını kurtar” demesi bu acının daha da katlanmasına yol açıyordu. 56. Tümen Komutanı Bekir Sami Bey gibi vatansever subay ile o sırada Bursa Valisi olan milli mücadelenin önemli isimlerden Hacim Muhittin Bey’in sert bir şekilde eleştirildiği Ankara’daki Büyük Millet Meclisi’nde ise bu acı ve matem, kürsüye çekilen siyah örtüyle ifade ediliyordu.

 

MEGALİ İDEA SAPKINLIĞI

Bursa ve civarında milli mücadele yanlısı isimleri tutuklayan, sürgüne gönderen, birçok köyde masum halkı kurşuna dizen, Rum ve Ermeni çetelerinin özellikle Orhangazi ve Gemlik bölgesinde giriştiği katliamlara ve soygunlara göz yuman Yunan ordusu ileri harekata devam ediyordu. Devam edecekti de zaten…

Çünkü özü Bizans İmparatorluğu’nu yeniden diriltmek olan Megali İdea gibi sapkın bir düşüncenin sarhoşluğundaki Yunan siyaseti ve ordusunun 3. Tümen Komutanı General Nikolaos Trikupis, Embros Gazetesi’ne yaptığı açıklamada bu topraklara soykırımı için geldiklerini şu cümlelerle itiraf ediyordu:

“Herkes anlamalıdır ki, Yunanistan bütün kuvvetleriyle bu savaşa girmelidir. Bu savaş Yunanistan’ın Kemal’e karşı açtığı savaş değil, Yunan ırkının Türk Milletine karşı açtığı savaştır. Bu savaş çetin olacak ve iki taraftan birinin ortadan kalkmasıyla sonuçlanacaktır.”

Bu ırkçı ve soykırımcı bakış açısıyla yoluna devam eden Yunan ordusu, sadece Bursa’da değil, Batı Anadolu’da birçok bölgede insanlık suçu işliyordu. Her şehirde, her ilçede, her kasabada ve her köyde acı hatıralar bırakıyordu.

 

OSMAN GAZİ’NİN ŞEHRİNE DÜŞEN ATEŞ

Tıpkı Osmanlı’nın ilk başşehri Yenişehir’de olduğu gibi…

Yunan ordusu, 27 Ekim 1920 sabahı sandukasını tekmeleyip kurşunladıkları Osman Gazi’nin 1301’de bizzat inşa ettirdiği Yenişehir’e doğru harekete geçiyordu. Aynı günün akşamı hiçbir direnişle karşılaşmadan Yenişehir’e giren Yunan birlikleri, ertesi gün milli mücadele yanlılarını tek tek tutuklayarak Bursa’ya gönderiyordu. Yemyeşil Yenişehir Ovası’nın çevresindeki Beypınarı, Kirazlıyayla, Yıldırım, Örencik, Kavaklı ve Menteşe köylerini ateşe veriyordu. Yenişehir’deki resmi binaları, 163 işyerini ve 30 evi yıkan Yunan ordusu, 29 Ekim’de Köprühisar, Kızılhisar, Ebeköy ve Koyunhisar’ı da yakıp yıkıyordu. Osmanlı’ya beylikten devlete adımını attıran Osman Gazi ve silah arkadaşlarının hatıralarının olduğu topraklarda Yunan Ordusu’nun acımasız tavrı aslında yüzyıllardır biriktirilen kinin ve öç alma duygusunun yansımasından başka bir şey değildi. Acı olanı ise Yunan ordusunun giriştiği katliamlara Türklerle asırlarca komşuluk yapan Hıristiyan ahali de destek veriyor, hatta Hıristiyan kadınlar Türk komşularının evlerini yağmalamaktan geri durmuyordu.

Ne var ki Yenişehir, bir kez değil tam 5 kez Yunan işgaline uğruyordu. 2 Kasım’da yeniden Bursa hattına çekilen Yunan ordusu, Bilecik, Bozüyük ve Eskişehir bölgesinde toplanan Türk düzenli ordu birliklerini dağıtmak, Bağlaşık Devletlere savaş gücünü ve yeteneğini kanıtlamak üzere yeniden harekete geçiyordu.  6 Ocak 1921 günü öğle saatlerinde Yenişehir ikinci kez giren Yunan Ordusu, ilerlemesini Köprühisar’a doğru sürdürdü. Sonunda İnönü’ye ulaşan Yunan ordusu buradaki sert Türk savunması karşısında ağır kayıplar verince geri çekilmek zorunda kalıyordu. Çekilirken yine yakıp yıkan Yunan Ordusu’nun Yenişehir’deki İzmir Tümeni’ne bağlı birlikleri işgalden 9 gün sonra Gökbayrak Taburu tarafından 14 Ocak’ta kasabadan sökülüp atılıyordu. Yunan birlikler yeniden Bursa bölgesine çekilmek zorunda kalıyordu.

Ancak ağır kayıplar veren Yunan ordusu, işgal ettikleri bölgede masum insanlardan öfkesini çıkarmaya devam ediyordu. Ancak İngilizler kararlıydı ve Yunan ilerleyişi sürmeliydi. 18 Mart 1921’de İngiltere Başbakanı Lloyd George, Londra Konferansı’nda Yunan heyetle yaptığı görüşmede derhal harekete geçilmesi gerektiğini vurgulayarak açık açık şunları söylüyordu:

“Hiçbir şeyi şansa bırakmayın, başarısızlığınız Türkleri ele avuca sığmaz duruma getirir.”

Nitekim bu uyarı üzerine Yunan Ordularının Baş Komutanı Anastasios Papulas, 19 Mart’ta Yunan Hükümeti’ne 23 Mart’ta saldırının yeniden başlayacağını bildiriyordu. Yeniden harekete geçen Yunan birlikleri, oyalama savaşı veren Türk birliklerine karşı üstünlük sağlıyordu. Düşmanı İnönü’de ikinci kez karşılama hazırlığı yapan Batı Cephesi Komutanlığı’nın geri çekilme talimatı üzerine, Yunan birlikleri 23 Mart 1921 saat 14.00 sıralarında Yenişehir’i üçüncü kez işgal ediyordu.

İNÖNÜ’DE İKİNCİ TOKAT

29 Mart’ta İnönü önlerinde ikinci kez ağır kayıp veren Yunan Ordusu, artık Anadolu’daki Hıristiyan halktan da destek istiyor, yine Yunanistan’daki yedeklerin de silah altına alınmasını talep ediyordu. Ayrıca işgal altında tuttukları bölgelerdeki Müslüman halkı göçe zorluyorlardı.

 

İşte böyle bir moral çöküntüsü yaşayan Yunan ordularına karşı Batı Cephesi Komutanlığı’nın verdiği taarruz emri üzerine harekete geçen Kocaeli Grubu ile 5. Süvari Alayı 4 Nisan 1921’de sokak çatışmalarının yaşandığı kanlı bir mücadelenin ardından saat 11.30 sıralarında Yenişehir’i düşmandan temizlemeyi başarıyordu. Ne var ki Yunan birlikleri Yenişehir’i terk etmeden önce kasabanın çarşısını tümüyle ateşe veriyor, çevre köy ve çiftliklerde adeta barbarca eylemlere imza atıyorlardı. Üstelik II. İnönü hezimeti sonrası yeniden Bursa hattına çekilen Yunan Ordusu’nun yönettiği Rum ve Ermeni çetelerle birlikte masum halka yönelik başlattığı saldırılar ancak “soykırım” kelimesiyle tarif edilebilecek türdendi. Bu vahşet İstanbul Hükümeti’ne geçilen raporların yanı sıra bölgede görev yapan Kızılhaç Görevlileri tarafından da dile getiriliyordu. Bursa’nın her bölgesinde soykırım suçu işleyen Yunan Ordusu’nun Gemlik’in Haydariye Köyü ile Samanlı Dağları arasında bulunan Elmalık mevkiinde giriştiği katliam ise bu vahşetin en acı örneklerinden biri olarak tarihin sayfalarına yazılıyordu. Yunandan kaçmak üzere yollara düşün civar bölgeden tam bin 100 masumu Elmalı bölgesinde sıkıştıran Yunan birlikleri ve Rum çeteler, mitralyöz ateşi ve bombalarla sivil insanları katlediyordu. Evet tutumunu sertleştiren Yunan, yeniden bir ileri hareket başlatmak için de Bursa’yı lojistik bir merkez haline getiriyordu.

 

SAKARYA’YA DOĞRU

Mudanya ve Gemlik limanından yapılan gerekli asker, silah ve mühimmat sevkiyatıyla hazırlıklarını tamamlayan Yunan Ordusu, Anadolu’daki Türk varlığını yok etmek için 9 Temmuz 1921’de yeniden harekete geçiyordu. Batı Cephesi Komutanlığı ise Yunan Ordusu’nu Sakarya önlerinde karşılamaya hazırlanıyordu. Bu nedenle Yunan Kuzey Tümenler Grubu, halkı tamamen boşaltılan İnegöl ve Yenişehir’i 10 Temmuz’da işgal ediyorlardı. Ancak bu işgalden 6 gün sonra cephe gerisine sarkan Türk birlikleri, Yenişehir’i 16 Temmuz 1921’de dördüncü kez düşmandan kurtarıyorlardı. Ne var ki bu sevinç kısa sürüyordu. Bölgedeki Türk birliklerinin Eskişehir’in işgali üzerine geri çekilmek zorunda kalması üzerine Yenişehir, 24 Temmuz 1921’de beşinci kez Yunan ordusunu eline geçiyordu.

Yenişehir merkezde Yunanlılarla anlaşmak isteyen eşraf ve ayanın girişimleri bir işbirliği mi değil mi bugün bile üzerinde tartışılan bir konu olmayı sürdürürken, köylerinden ulusal kurtuluş savaşına büyük desteklerin verildiği kasaba merkezi yine Yunanlılar tarafından ateşe veriliyordu. Alaylı Köyü’nü de yakan düşman, Köprühisar ve Terziler Köyü’nü de işgal ettikten sonra tüm cephe hattında 14 Ağustos 1921 saat 05.00 sıralarında Ankara’yı ele geçirmek ve Türkleri Anadolu’nun içlerine atmak amacıyla genel bir saldırı emri yayınlıyordu.

Nitekim Yunan Ordusu’nun 22-23 Ağustos 1921’de Sakarya Nehri’nin doğusuna geçmesiyle başlayan Sakarya Meydan Muharebesi 13 Eylül’e kadar sürüyordu. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Savunma hattı yoktur. Savunma alanı vardır. O alan bütün yurttur” şeklindeki sözlerini orduya bir mesaj olarak geçtiği bu savaşta, ağır bir kayıp veren ırkçı Yunan ordusu, Türk askerinden yediği tokatla Bizans İmparatorluğu’nu yeniden diriltemeyeceğini iyiden iyiye anlıyordu. 7 bin yıllık Türk yurdunda Türk’e meydan okumanın ne demek olduğunu savaş meydanına bıraktığı binlerce cesetle idrak eden Yunan orduları için artık Anadolu’dan sökülüp atılmanın da zamanı geliyordu.

 

BÜYÜK TAARUZ

Nitekim 26 Ağustos 1922 günü sabah 05.00’da başlayan “Büyük Taarruz” çerçevesinde Batı Anadolu’nun her bölgesinde düşmanın üzerine yürüme vakti de geliyordu. Türk birlikleri Sakarya nehrinin batısında kalan bölgeleri de işgalci güçlerden tek tek temizlemeye devam ediyordu. 6 Eylül 1922 günü 18. Tümen Müfrezesi 24. Alay Komutanı buyruğunda Köprühisar’dan Yenişehir doğrultusunda yürüyüşe geçiyordu. Türk müfrezesi yol boyunca Yunan birliklerine rastlamaksızın aynı gün saat 13:40’ta Yenişehir’e giriyor ve tam 5 kez işgale uğrayan ve artık tanınmayacak hale gelen kasabayı Yunan çizmesinden kurtarıyordu. Derken İnegöl, Orhangazi, Gemlik, Mudanya, Bursa, Mustafakemalpaşa ve neredeyse haritan silinen Karacabey tek tek düşmandan temizleniyordu. Bu şanlı mücadele ve Bursa’nın düşmandan kurtarılışı ise Ankara’daki sevinci, coşkuyu katlıyordu. Tam da Yenişehir’in düşmandan temizlendiği gün Büyük Millet Meclisi’nin kürsüsüne 8 Temmuz’da Bursa’nın işgali nedeniyle örtülen siyah örtü kaldırılıyor yerine yeşil örtü seriliyordu.

Evet sonrası… Atatürk’ün söylediği gibi “geldikleri gibi gidiyora” dönüşüyordu. Türk diyarı tek tek işgalden kurtarılıyor ve nihai olarak 30 Ağustos 1922’de Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nde İngiltere ve onun hizmetçisi Yunanistan’a nihai tokat atılıyordu. Barbar Yunanistan ordusu, İzmir’de denize dökülüyordu. Unutmamak ve unutturmamak gerekiyor bu işgali ve işgal sonrasında yaşananları…

Bir şeyi daha unutmamak gerekiyor:

Anadolu’yu çekirge sürüleri gibi işgal ve talan eden Müslüman-Türk halka dayanılmaz acılar çektiren Yunan barbarlığını göz ardı edip de sırf ideolojik nedenlerden ötürü “Vallahi Yunan galip gelseydi…” şeklinde cümleler kuranlarla aynı topraklarda yaşıyor olduğumuzu…

Son olarak; 100 yıl önce bu topraklarda destan yazan, Türkün Anadolu’daki varlığına bir perçin daha atan bütün şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmetle anıyorum.

Var olsun Türk milleti ve kıyamete kadar yaşasın onun şanlı devleti…

Not:

Yazıya katkılarından ötürü Dr. Salih Erol’a teşekkür ederim.

 

Kaynaklar:

Yılmaz Akkılıç- Kurtuluş Savaşı’da Bursa- Zeki Sarıhan- Kurtuluş Savaşı Günlüğü İhsan Ilgar(düzenleyen)- Mümtaz Şükrü Eğilmez’in Anıları Milli Mücadelede Bursa B.M.M. yayınları- Anadolu hediyesi : Mücahede-i Milliye zamanına ait albüm