Kimya Mühendisi-Yazar Yusuf Kenan Yetişen
Gençlik yıllarımda yabancı kaynaklı filmlerde yaşlı kişilerin kullandıkları araçlardan birine sahip çıkıp koruduklarını görünce, bu davranışlara hayran olurdum. Daha sonraki yıllarda Avrupa Kıtası’nda üretilmiş araçların bazıları yıllar sonra ülkemizde üretilmeye başlandı. Bu üretilen araçlar sade araçlardı. Yerli araçların üretildiği yıllara kadar, hep A.B.D. ve Almanya üretimi araçlar satın alınıyordu. Yerli üretim için seçilen araçlar gayet sade bir teknolojiye sahiptiler. Yerli üretim (montaj) araçlara yedek parça yapıyor olsam bir Amerikan aracı alır, teknolojinin nerelere vardığını çalışanlarıma anlatmak için iş yerinin merkezi bir yerine koyardım diye düşünüyordum. Zira özellikle Amerika’da üretilen araçlar, teknolojik olarak epey ileri durumdaydı. Hiç unutmuyorum; aracın ön koltukları bir düğmeye basılmasıyla dışa doğru dönüyordu. Bu durum, yaşlı kişilerin ya da bayanların araca biniş ve inişlerini çok kolaylaştırıyordu. Ayrıca süspansiyon ve dış seslere karşı çok güzel izole edilmişlerdi.
1980’li yılların başında iş nedeniyle gittiğimiz İtalya’daki fabrika, sahiplerinin ismini taşıyan bir yol üzerindeydi. Görüşmek istediğimiz kişiyi beklerken, sekreter hanım müzelerini gezmemizi önermişti. Kabul etmediğimiz bu teklif beni çok etkilemişti. Ülkemize döndüğümüzde sanayicilerimizin neden böyle bir uygulaması olmadığını sorgularken, sonraki yıllarda kendi iş yerimde benzer bir bölüm oluşturmayı çok düşünmüştüm. Tanıştığım bir sanayicinin çok bakımlı eski bir Amerikan aracını damatlık otomobili olması nedeniyle satmayarak her iki yılda bir bakımını yaptırıp arada bir kullandığını görünce, çok memnun olmuştum.
Y. Kenan Yetişen 1951 model Mercedes marka kamyonet ile
KLASİK YA DA ANTİKA
Konumuz olan müzelerde sergilenen araçlara dönersek: Sergilenen araçlar, geçmişi günümüz dünyası ile ilişkilendirerek, döneminin kültürüne sahip çıkmanın farklı bir göstergesi oluyor. Araçlar klasik ve antika olarak sınıflandırılsalar da, sınıflandırmaların tanımlarında pek mutabakata varılamamaktadır. Burada genel bir ifade kullanarak, üretildiği dönemin özelliklerine sahip olan, buna karşılık az sayıda bulunan araçlar günümüzde “Antika” olarak betimleniyor. Aslında, bir eşyanın antika sınıfına girebilmesi için asırlık bir maziye sahip olması gerekirken, bir aracın “Antika” olarak kabul edilmesi için, günümüzden en az 25 – 30 yıl önce üretilmesi, üretildiği dönemi temsil etmesi, üzerinde önemli değişikliklerin yapılmamış olması ve otantik özelliklerini barındırması gerekiyor. Bu özellikleri barındıran bir veya daha fazla aracın korunması koleksiyon kapsamına giriyor. Araçların yaş konusu da ülkelere göre farklı anlamlar ifade edebiliyor. Örneğin, ülkemizde 30 yaşında pek çok araç günlük ihtiyaçlar için halen aktif olarak kullanılmaktadır. Amerika’da 25 yaşın üzerindeki araçlar bu konu ile ilgili pek çok kuruluş (Amerika Klasik Otomobil Kulübü, Amerika Antika Otomobil Kulübü, Uluslararası Tarihi Taşıtlar Federasyonu) tarafından antika olarak kabul görmektedir.
BURULAŞ tarafından restore ettirilen belediye otobüsü
RESTORASYON
Otomobiller, vasıta olarak ekonomik ömürlerini tamamladıklarında, büyük bir değer kaybına uğramakta ve sonuçta geri dönüşüm için hurdaya ayrılmaktadırlar. Bugün yollarda, müzelerde, sergilerde ve dergilerde gördüğümüz antika otomobillerin hemen tamamı, bu terk edilmiş araçların ya da bakımsız kalmış olanlarının, meraklılar tarafından restore edilerek, yıpranmış hallerinden sıyrılıp, bir kurtarılma hikâyesi sonucu adeta ilk günkü hallerine dönüşmüşlerdir. Gerek ülkemizde gerekse Antika Otomobil merakının geliştiği ülkelerde antika taşıtların tamamına yakını günlük ulaşım için kullanılmamakta, büyük çoğunlukla özel günlerde, uygun hava koşullarında sosyal ve kültürel aktiviteler için kullanılmaktadırlar.
Restorasyon ve bakım işlerinin yapıldığı sektörde elemanların yetişmesi, restorasyonun yapılması ve bakımları için yapılan harcamalar, diğer antika ve koleksiyon malzemelerinin maliyetleri ile mukayese edilemeyecek derecede yüksektir. Bu konuya bu açıdan da bakmak gerekiyor. Çünkü araç biriktirmek diğer eşyalarda olduğu gibi mezatlardan, antikacı dükkânı ve pazarlarından temin edilememektedir. Bu sebeplerden, ülkemizde antika araç biriktirenlerin çok az bir kısmı bilinçli bir prensip dâhilinde koleksiyon yapmaktadırlar.
Klasik Otomobil
EKONOMİYE KATKILARI
Gerek ülkemizde gerekse dünyada bu tip meraka gönül verenler tarafından yerel ve uluslararası dernekler, federasyonlar kurulduğunu görüyoruz. Ülkemizin çeşitli kentlerinde bulunan 12 Antika Otomobil Derneği bir araya gelerek Antika Otomobil Federasyonu (AOF), dünyada ise bu kültür varlığını korumayı ilke edinmiş kurumların bir araya gelmesiyle de Uluslararası Tarihi Taşıtlar Federasyonu (FIVA- Federation Internatıonale des Vehicules Anciens) kurulur. Bir de Tarihi Taşıtlar Birliği oluşturulmuştur. Bu kuruluşların yaptıkları araştırmalara göre, ABD’de 2 milyon 750 bin ve AB’de 2 milyon civarında antika araç bulunmaktadır. Bu araçların ekonomiye olan katkılarının ABD’de 35 Milyar Dolar, İngiltere’de ise 7 Milyar Dolarlık bir büyüklüğe ulaştığı görülmüştür. FIVA tarafından AB’de yapılan araştırmaya göre, bu sektörden 55 bin aile geçimini sağlarken, araç başı harcamanın ortalama 12 bin 500 Dolar, ortalama araç kıymetinin 5 bin 500 Avro olduğu tespit edilmiştir. Bir diğer çalışmada ise, ABD’de toplam otomotiv bakım onarım sektörünün %7’sinin, genel otomobil filosunun %2,4’ünün antika otomobillerden oluştuğunu göstermiştir. Sırası gelmişken bir bilgiyi daha paylaşmak gerekir kanaatindeyim: Antik araçların %71’i bir yılda bin 500 kilometreden daha az yol yapmaktadırlar.
Osmanlı yönetiminin ilk zamanlar kullanımına ve üretimine pek sıcak bakmadığı motorlu araçlara Cumhuriyet Dönemi’nde ilgi duyulmuştur. 1929 yılında İstanbul’da FORD marka araç montajının yapıldığı üretim tesisinin kurulduğu görülüyor. Fakat bu dönemde dünyada ve ülkemizde yaşanan ekonomik nedenlerden dolayı, araç sayısı geç artmaya başlamıştır. Otomobil parkının büyük çoğunluğunun ekonomik ömürlerinin sonuna kadar kullanılmaları nedeniyle, bu dönemlerden intikal eden korunmuş araç sayısı yok denecek kadar azdır. Bu sebepten, antika araç sahibi olunabilmesi, ancak bu varlıkların iyi korunduğu ülkelerden ithalat yapılması şeklinde olmaktadır.
PAHALI BİR MERAK
Ülkemizdeki ithalat rejiminin 7. maddesinde belirtildiği gibi: “Eski, kullanılmış, yenilenmiş, kusurlu (defolu) ve yatık (zamanla dayanıklılığını yitirmiş) malların ithali izne tabidir.” Bu prosedür gereği ülkemizde antika otomobil edinilmesi son derece zor ve pahalıdır. Bu şartların sonucu olarak, yurt içi kaynaklı antika otomobil stok kalitesinin düşük olmasıyla, antika otomobil fiyatları dünyada oturuşmuş fiyatların iki ile dört katı fazla olmaktadır. İç stokun sınırlı olması nedeniyle yapılmak zorunda kalınan ithalata yüklenen vergiler, antika otomobil sahibi olunmasını her geçen gün güçleştirmektedir.
Taşıt sektörünün içinden gelenler pek meraklı olamasalar da, farklı sektörlerde bulunan kişiler, miras kalan ya da kullandıkları araçlarla duygusal bir bağ kuruyor. Bu duygusal bağın kurulmasında aracı aldığı andaki hislerin derinliği, uğurlu geldiğine inanış, yaptığı ticaretten kazandığı maddi değer, o aracı sattığında gelecek maddi değere ihtiyaç duymayacak seviyede olunduğunda, araca iyi bir bakım yapılıp, kenarda tutulmaya özen gösteriliyor. Yenisini aldığında ise, bu araç daha da az kullanılıyor ve bir süre sonra da şov özelliği kazanıyor. Zamanla işler iyi gidip bu aracın yanına daha önce iz bırakmış başka bir araç alındığında, kolleksiyonerliğe amatörce bir adım atılmış oluyor. Yukarıda dile getirmeye çalıştığım durumlara kendi hayatımda ve yakın çevremde epey şahit olmuş durumdayım. Deri sanayicilerinden rahmetli Vehbi Take’nin oğullarından Edip Bey, babasıyla Mısır Elçiği’nde görevli bir kişiden 1973 model BUICK LeSabre otomobili almak için gidişlerini ve aracı gördüklerinde hayran kalıp, hiç pazarlık etmeden alıp, dönüşlerini dün yaşanmış gibi hatırlamaktadır. Ailenin pek çok aracı olmasına rağmen, Vehbi Bey rahmetli olunca Take Ailesi aracı satmayıp, gerekli ufak tefek bakımlarını yaparak araca sahip çıkmaktadır.
KİŞİSEL MERAKIM
İki-üç aracımı satmayıp, bunlara sahip olmaya devam etme kararını verişimi ve sonra yaşananları sırası gelmişken paylaşmak isterim: Benzer olaylar bu konuya gönül verenlerin başından geçmiş ya da geçecektir. Bu uğraşı sırasında kalp krizi geçirenler, kavga edenler veya ekonomik sıkıntıya düşenler de olmuştur. Günümüzden 35-40 yıl önce edindiğim 1964 model Station Chevrolet ile çok işler yaparken, arızalarını ve anılarını hayatımın sonuna kadar silinmeyeceğine inanmıştım. Gerçekten de şu satırları paylaşırken bile yine aynı olayları yaşıyorum. Bu araç ve ondan sonra kullandığım rahmetli babama ait 1965 Chevrolet (Dışı siyah, içi koyu kırmızı) unutamayacağım araçlardı. İlgi duyan kişilerin araç tutarak peşimden gelip, satın almaya çalışmalarından duyduğum hisler harikaydı. O yıllarda elektrikli veya hidrolik direksiyonlar olmayıp, tekerleklerin döndürülmesi pek kolay olmazdı. Ama Amerikan araçlarında dönüşlerde ara gazı kullanıldığında direksiyon parmakla dönerken, araçta beşik gibi sallanırdı. Bu hareketi keyifle izleyenlerin bakışları da unutulmuyor.
Bu araçları satmayıp, bakımları yapılırken kullanmak için aldığım Mercedes onlar kadar keyif vermese de, on yıl kadar kullanınca araç sahibi ile adeta özdeşleşiyor.
(İnsanlar, zamanla araçlarıyla öyle duygusal bir bağ kuruyor ki, bir “Drag” yarışında egzoz sesinden etkilenen baba ve oğlunun birbirine sarılıp ağladığına şahit olmuştum.)
O dönemler şimdiki gibi restorasyon işlerine odaklanmış iş yerleri olmadığından, önce 1965 model olanı bir kaportacıya verdim. İşimden vakit ayırıp, kaportacıyı takip etmenin ne kadar meşakkatli bir iş olduğunu her geçen gün daha fazla anlıyordum. Ama başka bir alternatifim de yoktu. Uzun zaman sonra aracın kaporta işlemleri bitince, boyası için bir başka yere verdim. Bu süreçler en çok sabır ve paraya ihtiyaç duyulan dönemlermiş. Hatta, bir de iyi bir danışman gerekiyormuş. Burada özellikle belirtmek isterim ki, bir aracın bitmiş halini hayal etmenin zevki de çok ama çok ayrıydı. Restorasyonu bitince araca binip rahmetli babama götürdüm. Babam çok memnun oldu. Çevremizdeki insanların da beni takdir etmesi, tüm yaşadıklarımı unutturmuştu.
Bir süre sonra babam: “Oğlum, bu arabayı buradan al, fabrikaya götür. Korudukça biri gelip sürtüyor, biri çiziyor, sıkılmaya başladım.” deyince, aracı alıp fabrikanın bahçesine park ettim. İş yerimizin şoförüne de aracı zimmetleyip, haftada bir çalıştırmasını ve temizliğini yapmasını söyledim. İlk zamanlar arada bir kullanırken, ben de büyük keyif alıyordum. Sonra iş hayatımızın agresifleştiği dönem başlayınca araca ilgim azalmış, araçta başlayan ufak tefek sorunlara eğilemez olmuştum. 2000’li yılların başlarında işyerimizde yaşanan tatsız olaylar sonucu, yine satmaya kıyamadığım FORD Minibüs ile iki otomobil pert olmuştu. Bu olaydan sonra ne zaman restore edilen bir araç görsem, yaşadığım tüm bu olaylar gözümün önünden geçmektedir.
Antika araç sahipleri bu uğraşları ile dünyanın ve ülkemizin en önemli sanayi kolu olan otomotiv sanayinin gelişim sürecine dair detayları gelecek nesillere aktarma görevini de üstlenmiş oluyorlar. Restorasyonu yapanların ve sahiplerinin emeklerini takdirle yad ediyorum. Elimde kalan parçaları ihtiyaç sahiplerine zevkle dağıtıyorum. Fakat, bazı araçlarımın çok hoş görünen parçalarının aldığım yedeklerini hala saklıyorum. Bu dönemde mezunu olduğum ODTÜ’de bir teknoloji müzesi açıldı. Gezerken çok etkilenip, babamın 1979 model CHEVY aracını, tekstil malzemelerini (mekik, tarak v.s.), motorsuz elektrik ısıtıcısı ile çalışan bir buzdolabını müzeye bağışlamak istediğimi dile getirmiştim. Otomobilin tesliminde çeşitli sorunlar yaşandı. Fakat sözünü ettiğim diğer malzemeleri teslim ettim. Benzer şekilde kentimizde bulunan tekstil müzesine de çeşitli aparatlar (çapraz alma, mekikler) ve Kılıç-Klakan Müzesi’ne de ilkokulda giydiğim Kılıç-Klakan kıyafetimi teslim etmiştim.
İnegöl Cankurtaran Müzesi
ARAÇ MÜZELERİ
Antika araç veya araçlar sahibi olup, bunları daimi olarak belirli bir alanda diğer bir deyişle müze şeklinde sergileme şekli çok zor oluyor. Ülkemizde çeşitli bürokratik ve maddi zorlukları geçerek vücuda getirilen araç müzelerinden bahsetmek isterim:
Sabri Artam Vakfı Klasik Otomobil Müzesi’nin hikayesi 1985 yılında alınan bir araca sahip çıkılması ile başlayarak, 1994 yılında halkın izlenimine açılan müzede bugün 130’dan fazla araç mevcuttur. Müzenin girişinde paylaştığı görüş, araç müzelerinin önemini çok güzel anlatmaktadır.
1994 yılında Lengerhane’de açılan Rahmi M. Koç Müzesi, otomobilden, uçak, gemi, motosiklete kadar pek çok cins motorlu araca sahip, ülkemizin en kapsamlı müzesi durumundadır. Açılışından kısa süre sonra özel olarak İstanbul’a bu amaçla gidip ziyaret etmiş, böyle bir girişimin oluşumundan çok mutlu olmuştum. Yine İstanbul Tarabya’da bulunan Ural Ataman Müzesi’nde 1920-1970 yılları arasında üretilmiş 60 araç iki blokta izlenime sunulmaktadır. Blokların birinde A.B.D. üretimi, diğer blokta ise Avrupa’da üretilen araçlar bulunmaktadır. Ayrıca, buradaki araçların özel günler için kiraya verildiği söyleniyor.
İzmir Torbalı’da ise E. Özgörkey Grubu’na ait tesis içerisinde özel bir bölümde oluşturulan müzede 130 otomobil, 40 motosiklet, amblemler, traktörler, akaryakıt istasyonu ve malzemeleri bulunmaktadır. Keskinoğlu Ailesi’nin şu an kapalı durumda olan 300 civarında otomobil ve çeşitli araçlardan oluşan muhteşem bir müzesi mevcuttur. Buralarda sergilenen araçların hemen tamamına yakını ithal araçlar olup, restorasyonları müze sahiplerinin imkânları ile yapılmaktadır.
Bir de Çanakkale’de bir traktör müzesi mevcuttur.
TÜYAP, İstanbul, Antika Araç Fuarı
ARAÇ FUARI
2018 yılında İstanbul TÜYAP Sergi Salonlarında açılan Antika Araç Fuarı’nı ziyaret etmiştim. Bu fuarda yukarıda adı geçen müzelerdeki araçların bir kısmının yanında bireysel antika araçlar da sergileniyordu. Buradaki araçlardan söz etmek isterim:
Mercedes’in 1887 model ilk aracı, Cadillac’ın 1902 yılı üretimi, 1934 model yarış aracı, 1980’li yıllara damgasını vuran “Kara Şimşek” (Bu araç bir inşaat firması tarafından alınıp, satış bürolarında teşhir edilirmiş.) ve yine “Batman” filminin efsane aracı da buradaydı. Ayrıca “Anadol” marka ilk yerli üretim otomobillerin tüm serisi, 1951 model Mercedes kamyon, 1962 model yerli üretim Thames Trader, İstanbul Belediyesi’nin nostaljik belediye otobüsleri ve ilk günkü hallerinden daha canlı hale getirilmiş muhtelif marka ve yıllara ait araçlar.
ANTİKA OTOBÜSLER
Günümüzde hobi kültürünün artmasıyla, ekonomik olarak güçlenen kişi ve firmaların araç koleksiyonuna ilgilerinin arttığını belirtmiştim. Her ne kadar antika otomobillere ilgi revaçtaysa da, kentimizin karoser ustalarınca otobüs restorasyonuna ağırlık verilmesiyle, bu konuya da ilgi artmıştır. Antakya’da otobüs işletmeciliği yapan bir firma, ciddi yatırım yaparak otobüs müzesi açmaya girişmiştir. Şu güne kadar ilk kez otobüsçülük sektöründe böyle bir konu gündeme gelmiş oldu. Kentimizde de BURULAŞ tarafından 1950-1980 yılları arasında hizmet veren Mercedes Benz marka şehir içi yolcu taşıma aracı restore edilip, genel merkezde sergilenmektedir. Ayrıca, eski model otobüsleri karavana dönüştürme çalışması da hızla yaygınlaşmaktadır.
TOFAŞ MÜZESİ
Bursa’da TOFAŞ Anadolu Arabaları Müzesi’nin mevcut olduğunu biliyoruz. Bu müzede ağırlıklı olarak muhtelif hayvanlar tarafından çekilen araçlar ile TOFAŞ Fabrikası’nda üretilen araçlar sergilenmektedir. İnegöl İlçemizde ise Devlet Hastanesi girişinde ambulans müzesi izlenime açıktır. Paşa Çiftliği’nin sahibi M. Ali Dinçsoy’un bir döneme damgasını vurmuş olan faytonu, günümüzde Bursa Kent Müzesi’nde sergilenmektedir.
BURSA’NIN KOLEKSİYONERLERİ
Kentimizde eski araçlara sahip çıkmaya özen gösteren kişilerden de söz etmek isterim: Günümüzde İstanbul Caddesi (Yeni Yol) üzerinde bulunan Hüzmen Plaza’nın bulunduğu yerde Anadolu Garajı sahibi Mehmet Hüzmen’in yol boyunda bir acentesi vardı. Bu acentede Mehmet Bey’in çiftliğinde kullandığı bir fayton tipi at arabası ile 1951 model kahverengi Pontiac marka otomobili dururdu. Çiftçiliği bırakmalarına rağmen bu atlı araca ve otomobile sahip çıkmışlar, bakımını yapıp arada bir kullanmaya devam ediyorlardı. Özellikle oğlu Haluk Bey bu atlı aracı arada bir şehir içinde kullanırdı. Mehmet Bey’in vefatından sonra araçlar acente içinde tutulmaya başlandı. 1980’li yılların ortalarında resmi bir ziyaret için kentimize gelen İspanya’daki bir kentin belediye başkanı kentte gezdirilirken, bu otomobili görüp, gönül koyar. Araya tüm yetkili kişiler konularak bu araç Haluk Bey’den alınır. Yerel ve ulusal basın o zamanlar bu olaya geniş yer vermişti. Aracın yurt dışına çıkışı kolay olmamıştı. Aracın ekspertizine yanılmıyorsam kardeşim de gitmişti. Konu açıldığında: “Aracın eksozu dahi orijinaldi.” dediğini hatırlıyorum. Haluk Bey’in daha sonraki yıllarda araç restorasyonuna ilgisi artmış ve bir koleksiyon oluşturmuştu. Haluk Bey’in vefatından sonra oğlunun da antika araçlara ilgi duyduğu biliniyor. Kentimizin ikinci nesil sanayicilerinden Celal Sönmez kadar olmasa da, pek çok sanayicinin antika otomobillere ilgisi artmaktadır. Son yıllarda araç restorasyonu ile ilgilenen özel iş yerlerinin de açıldığını görüyoruz.
Antika araçlara sahip kişilerle sohbetlerimden edindiğim bilgilere göre, kentimizde üçyüzden fazla bakımı yapılmış antika araç stoku olmasına karşın, kolleksiyonerlerin hemen tamamı araçlarını özel garajlarında veya iş yerlerinin bir bölümünde saklamaktadır. Kentimiz koleksiyonerlerinden Murat Ahman Bey’in, 1930 model FORD (T tipi) araç biriktidiğini, araçlarının bazılarını sahibi olduğu otelin girişinde (TIARA Otel) ve ön terasında sergilediğini hatırlıyorum.
Kentimizin tanınan simalarından Ahmet Erdönmez Bey’in iki aracı Bursa Kent Müzesi’nde sergileniyordu. Oto galeri sahiplerinin bazıları da restore edilmiş antika araçlarını görsel amaçla vitrinlerinde sergilemektedir.
Bir de iş yerlerinin bir bölümünü araçlarının restorasyonu için ayıranlar oluyor. 20-30 yıl önce Barakfaki Sanayi Bölgesi’nde bir fabrikanın depo kısmında 1954 model DODGE marka bir otomobilin restorasyonu dikkatimi çekmişti. Araç, fabrika sahibinin çocukluk yıllarında ilgi duyduğu bir araçmış. Benzer aracı alıp, fabrikasının bir köşesinde ilgili kişileri iş yerine çağırıp restorasyonunu yaptırıyordu. Duyumlarıma göre araç sayısı epey artmış durumdadır.
Kaportacılıktan anlayan kişiler de iş yerlerinin bir köşesinde aldıkları antika sınıfındaki araçların restorasyonlarını hobi tarzında yapmaktalar. Bu tip antika araç meraklılarından biri de İnegöl İlçemizde yaşayan Abdullah Ezim isimli sanayicidir. Bir araç ile başlayan serüveni şu gün otuzdan fazla araçla devam etmektedir.
Ayrıca sektörle ilgili esnaflar arasında İkinci Dünya Savaşı döneminden kalma askeri jeepleri modifiyeli restore edip kullanma şekli de epey yaygınlaşmış durumdadır. Kentimizdeki bir kaportacı da topladığı antika sayılacak araçlarla bir filo oluşturup, düğün, nişan, resmi geçitler ve diğer sosyal etkinliklere kiralamaktadır. Bursa’da pek çok klasik aracı restore edip sahiplenen kişi sayısını oldukça fazla çok olmasına rağmen, ne hikmetse kentin sosyal yaşamında varlıklarını pek hissettirememektedirler.
Antika araçların kaporta işlemini bizzat kendisi yapan Abdullah Ezim
ÇAMURLUKÇU VE KAPORTACILAR”
Yazımın başlarında ülkemize araç girişinin ve yaygınlaşmasının geç başladığını, alınan araçların ekonomik ömürlerinin sonuna kadar kullanıldığını belirtmiştim. 1950’li yıllardan itibaren araç girişi hızla artarken, yollarımızın yeterli şartlarda olmaması nedeniyle yaşanan kazalarda araçlarda ciddi hasarlar oluşuyordu. Bu hasarlı araçların yedek malzemeleri rahat temin edilemediğinden, hasarlı parçaların düzeltildiği ayrı bir sektör oluştu. Bu sektörün adı ”Çamurlukçuluk”, “Kaportacılık” idi. Özellikle 1950’li yıllardan itibaren üretilen araçların dış kaportaları fazla kıvrımlı ve bombeli olmaya başlamıştı. Bu hasarlı parçalar çektirmeler ve gerdirmeler ile açılır, kah ısıtılarak, kah ufak çekiçle dövülerek orijinal haline getirilirdi. Bu ısıtma ve dövme işi çok hassas bir konuydu. Hangi yerin az, nerenin çok ısıtılacağı, saç malzemenin ne zaman şişkinlik yapacağının bilinmesi, okulda öğretilen bir konu olmayıp, tamamen tecrübe ile edinilen bir bilgiydi. Benzer durum, bu araçların boyanması aşamasında da geçerlidir.
Sırası gelmişken, yaşadığım bir olayı da paylaşmak isterim:
Bir aracım oto boyacısında boya için sıra beklerken, kaporta işçiliği pek iyi yapılmamış bir eski model araç getirildi. Kısa süre sonra işim bitip çıkarken, bu aracın son halini merak ettiğimi söyledim. İki hafta sonra çay içmeye davet edilmiştim. Araç ok gibi olmuş, kaportacının aleyhinde boşuna konuştuğumu anlamıştım. Usta anlatmaya başlayınca, bu sektörde ustalık mertebesinin pek kolay olmadığı anlaşılıyordu. Kentimizde kaporta ve boya konusunda çok sayıda usta yetişmiş, Bursa ülke çapında hasarlı araçların geri kazanıldığı bir merkez durumuna gelmiştir.
Kısaca, bu meslekte usta olma süreci çıraklıktan başlamaktadır. Şalamanın (alev çıkaran alet) ucundan çıkan alev, karpitin suyla girdiği reaksiyondan oluşan gazın yanmasıyla oluyor. Karpit kazanının hazırlanması çırağın öğreneceği ilk işlerden biridir. Tabii alet edevatın isimleri de öğrenileceklerin arasındadır. Çırağın esas olan işi, elinde şalama ile beklemek, ustasının yaptığını takip etmek ve arada bir istenen aleti getirmekti. Usta, yamuk durumdaki kısım küçük ise aracın üzerinde bu kısmı çekiçle vura vura düzeltir. Sık sık elini o kısım üzerinde gezdirerek yamukluğun giderilip giderilmediğini anlar. Çırak biraz tecrübe kazandığında, araçların çürüklerinin temizlenmesi, daha sonra da bu kısımların oksijen kaynağı ile doldurulma görevi kendisine verilirdi. Çürüyüp delinen kısım önce ısıtılır, sonra ince (1 mm kalınlıkta) tel bu delik yere yanaştırılır, eriyen tel ile boşluk doldurulurdu. Bu iş yapıla yapıla oksijen kaynağının gücü, çekicin etkisi kişide gelişerek pekişirdi. Son yıllarda karpit kullanımı yasaklanmış, yerine hidrojen ve oksijen tüpleri kullanılmaya başlanmıştır. Son zamanlarda çıkarılan kanunlarla çocuk işçi çalıştırılmasının önüne geçilmeye çalışılırken, çırak yetişemez olmuştur. Dolayısıyla, usta yetişmesinin can damarı da kesilmiştir.
MOBİLYA VE DİĞER AKSESUARLAR
Bu dönemde bir gelişme daha yaşanmaya başlandı. Antika araçların ön ya da arka kısımları plastikten benzer ölçülerde üretilerek mobilyalar oluşturuluyor. Bu tip ürünler, yeni açılan modern lokanta ve kafeteryalar tarafından çok tercih edilmelerinin yanında, çocuk yatak takımları olarak da ilgi görmektedirler.
Ayrıca, klasik araç modelleri anahtarlık, radyo ve günün anlamını ifade etmesi amacıyla çeşitli hediyelik eşya ürünü olarak çeşitli çalışmalara ışık tutmaktadır.
SOSYAL ETKİNLİKLER
Klasik araç meraklılarının oluşturdukları platformlar, senenin belirli zamanlarında yaptıkları sosyal etkinlikler, hemen her yıl çeşitlenerek artmaktadır.
Kentimizde bulunan Sukay Park Tesisleri’nde seyrekte olsa, zaman zaman farklı amaçlar doğrultusunda klasik araç sahiplerinin araçlarını sergilediğine şahit oluyoruz.
Ayrıca İstanbul TÜYAP’ta her yıl klasik veya antika araçlar için özel fuar haftası oluşturulurken, kentimizde bulunan BUTTİM Fuar alanında düzenlenen Otomotiv Fuarı’nda az sayıda muhtelif klasik araçlar sergilenmektedir.
2009 yılında İstanbul’da Antika Araçlar ve 2019 yılında da Klasik Mercedes Afyon Buluşması düzenlenmişti. Ülkenin pek çok yerinden bu konuya gönül vermiş kişilerin gelip katıldığı bu etkinliklere ben de katılmıştım. Bu tip organizasyonlar bilinçli organizatörler tarafından yapılmalı ki, epey uzak yerlerden gelenler, o günün havasını teneffüs ederken kalıcı anılarla da dönebilsinler. Örneğin, 2009 yılında katıldığım benzer etkinlikte hatıra eşyaların ve tabakların verilmesi güzel bir düşünceydi. Benzer etkinlik Volkswagen sevdalılarınca da yapılmaktadır.
Umarım, Kentimizde asırlardır devam etmekte olan araç kasa ve karoser sanayiinin bir izi olması amacıyla bir “Karoser Müzesi” açılır.
Ve Antika araç sahiplerinin araçlarını sergilemeleri için uygun sergi alanlarının oluşturulması gerçekleşir.
Bunlar Bursa’ya çok yakışacaktır görüşündeyim.
Dip Not:
Kaportacılık:
Otomobil kaportalarının onarılması ve düzeltilmesi işine kaportacılık, bu işi yapan kişiye de kaportacı denir. Türkçedeki kaporta sözcüğü büyük bir olasılıkla İtalyanca “coperta”dan gelmiştir. Bu addan türeyen “kaportacılık” otomobillerin çürüyen, çarpma sonucu eğilip biçimi bozulan saçtan yapılma tüm bölümlerinin çekiçle düzeltilerek eski durumuna getirilmesi amacını güden bir zanaat dalıdır. Çamurlukçu:
Araçların, özellikle de otobüs ve kamyon gibi burunlu araçların, daha fazla hasar gören yerleri çamurlukları olurdu. Bu araçların çamurluklarının düzeltilmesi ve onarılmasına çamurlukçuluk, bu işi yapan kişilere de çamurlukçu denirdi. Günümüzde yolcu ve yük taşıyan araçların hemen tamamı burunsuz üretilmekte, kabinlerin hasar gören yerleri kaportacılar tarafından onarılmaktadır.
Rektifiye:
İçten yanmalı motorların pistonları, motor bloğundaki silindirlerin içinde yukarı aşağı hareket ederken, zamanla silindir yanakları aşınır. Bu aşınan silindirlerin çeperi özel aletler ile genişletilerek düzeltilir. Sonra içine uygun yeni piston ve sekman ile toplanır. Krank yatakları da düzgün aşınmadığında benzer işler uygulanıp, daha kalınca piston kol yatakları ile toplanır.
Oto boyacılığı:
Araçların kaportalarında oluşan kabarma, deformasyon ve kaportacı tarafından kazınıp işlem gören yerlerinin astarlanması, macunlanması, tesviye zımparasının yapılıp, son astara istenen rengin atılması (Boyacılığa özgün bir tabirdir.) işlemlerinin yapılmasına denir. Boya atılmasının ardından kontrol yapılır, gerekli yerler tekrar macun ve zımpara ile tesviye edilir. Boya işlemi bitiminde vernik atılarak parlaklık kazandırılır. Tüm bu işleri yapan kişiye de “oto boyacısı” denir. Görüldüğü gibi, bu da sıradan bir iş olmayıp uzun tecrübeler sonucu başarılı olunabilmektedir.
Kaynakça:
-Bursa Taşımacılık Tarihi, Y.Kenan Yetişen, 2020
-EN İYİSİ YA DA HİÇ, Mercedes’in Türk’ü, Latif Karaali, 2013
-Örümcek, Türker Başkurt, 2017
-İstanbul’un 100 Ulaşım Aracı, Akın Kurtoğlu-Mustafa Noyan, 2014
–https://www.lafsozluk.com/2013/12/kaportaci-nedir-kaportacilik-ne-demektir.html