BURSA’NIN BAĞRINDA SON UYKUSUNA YATAN BİR KAHRAMAN: ALBAY ALİ RIZA BEY…
BURSA’NIN BAĞRINDA SON UYKUSUNA YATAN BİR KAHRAMAN: ALBAY ALİ RIZA BEY…
Balkan Savaşı, I. Dünya Harbi ve Millî Mücadele’nin en çetin dönemlerini yaşayan, lakin cumhuriyetin ilanını görmeden henüz 37 yaşında Bursa’da hayata veda eden Albay Ali Rıza Bey’in romanlara konu olacak hayatını arkadaşımız Kerim Bayramoğlu kaleme aldı.
Haber Giriş Tarihi: 05.02.2023 14:58
Haber Güncellenme Tarihi: 24.02.2023 13:10
Kaynak:
Haber Merkezi
https://www.bursasehrengiz.com/
Pınarbaşı Mezarlığı’na yolum düştükçe mutlaka uğrar ziyaret ederim. Bu yılın ekim ayı vefatının yıl dönümüydü. Yüz yıl önce Bursa’da hayata gözlerini yumduğunda geride, Balkan Savaşı, I. Dünya Harbi’nin ve Millî Mücadele’nin en çetin dönemlerini bırakmış Cumhuriyet’in ilânına günler kala hayata gözlerini ruhaniyetli şehir Bursa’da yummuştu. Kimden mi bahsediyoruz?
Tabi ki Albay Ali Rıza Bey’den…
Peki Bursa’nın bağrında yatan bu kahramanı ne kadar tanıyoruz? Tanımayanlar için o zaman başlayalım:
Ali Rıza Bey (Benli) 1884 yılında Trabzon-Hopa’nın Kuledibi Mahallesinde dünyaya geldi. Köklü bir aileye mensup olan Ali Rıza Bey’in babası Recep Ferdi Efendi, Mamoyzade; annesi Zeliha Hanım ise Hacışahinzadelerin kızıdır. Annesinin babası Halim Bey, Trabzon çevresinde tanınan, zengin ve nüfuslu bir kişiydi. 32 parça teknesi vardı ve deniz ticareti ile uğraşıyordu. 93 Harbi başlayınca düşmana karşı direnmek üzere gönüllü olarak Trabzon Sancağı’na bağlı, Rize’nin Viçe (Fındıklı) kasabasından Hacışahinoğlu Büyük Halim Bey orduya yazıldı. Bu savaşta Batum yakınlarında şehit düştü. Ali Rıza Bey’in büyük dedelerinden biri de Kuzey Kafkasya’daki Anapa Kalesi’nin muhafızı Mustafa Paşa, diğeri ise serhat kumandanı Osman Paşa idi.
BABASININ TEK ŞARTI
Ali Rıza Bey, çocukluğu boyunca büyük dedelerinin kahramanlıklarını dinleyerek büyüdü. İlkokulu Hopa’da, Rüştiye eğitimini ise babası Recep Ferdi Efendi’nin memuriyetinden dolayı Yozgat’ta tamamladı. Babası oğlunun doktor olmasını arzuluyordu. Bu sebeple oğlunu Askeri Tıbbiye’ye kaydettirmek üzere İstanbul’a götürdü. Ali Rıza Bey’in çocukluğundan beri en büyük hayali asker olmaktı. Kuzenleri Rauf Bey ve Ramiz Beylerin de Harbiye’de okumaları, O’nun asker olma arzusunu daha da tetikliyordu. Recep Ferdi Bey ise oğlunu bu karardan döndürebilmek için baskı yapsa da fazla direnemedi. Ali Rıza’ya tek bir şart getirdi. Recep Ferdi Bey’in şart ise şu şekildeydi:
Madem askerlikte ısrarcısın o zaman ileriki yıllarda “Paşa” unvanı almak için mutlaka “Kurmay” olacaksın.
Babasına bu konuda söz veren ve nihayetinde 14 Aralık 1904’te harp okuluna kayıt yaptıran Ali Rıza Bey’in askeri eğitime başladığı yıllar; Osmanlı’da siyasetin en sıcak olduğu dönemlerdi. Öyle ki II. Abdülhamid, Meclis-i Mebusanı kapatmış ve buna paralel olarak Jöntürk hareketi hızla yayılmaya başlamıştı. II. Abdülhamid’e karşı Rumeli’de güçlü bir muhalefet başlamış, Jöntürk hareketi tek bir çatı altında toplanarak “İttihat ve Terakki Cemiyeti”ni kurmuştu. Cemiyetin siyasal faaliyetleri ses getiriyordu ve 23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet ilân ediliyordu.
ALMANYA’YA GİDEMEDİ
Ali Rıza Bey de bu akıma kendini kaptırmış, İttihat ve Terakki’ye üye olmuştu. Derslerini ve siyaseti aynı kararlıkla yürüten Ali Rıza Bey, 14 Ekim 1907’de “Teğmen” rütbesiyle harbiyeden mezun oluyordu. Tahsil derecesi sebebiyle Erkân-ı Harbiye’ye (Harp Akademisi) seçildi. Teğmenlikteki bekleme süresini Erkân-ı Harbiye’nin birinci sınıfında eğitimle geçirdi.
25 Aralık 1908’de ikinci sınıfa geçti ve üsteğmenliğe terfi etti. Üsteğmenlikteki bekleme süresi de Erkân-ı Harbiye’nin ikinci ve üçüncü sınıfında okuyarak geçti. 13 Şubat 1910’da kuramsal sınavları okulda, uygulamalı tatbikat ve sınavlarını da Bulgaristan hududunda vermek üzere kıtaya çıktı. Bir süre kıtada istihdam edildikten sonra tekrar Erkân-ı Harbiye’ye dönen Ali Rıza Bey, tüm sınıf arkadaşlarıyla birlikte “Mümtaz Yüzbaşı” diplomasıyla Harp Akademisi’nden mezun oldu.
Ardından Rumeli’de konuşlu 3.Ordu emrine gönderildi. Manastır’da 3.Ordu’ya bağlı 6.Kolordu emrindeki süvari bölüğü kumandanı olduktan bir yıl sonra Selanik Süvari Numune Alayı Kumandan Muavinliği’ne tayin edilen Ali Rıza Bey, 1912 yılına kadar bu görevde kaldı. Almanya’ya öğrenim için gidecek zabit sınavında başarılı oldu. Lisanını geliştirmek üzere Erkân-ı Harbiye-i Umumiyesi’nin (Genelkurmay Başkanlığı) emir ve gözetimi altında Alman Okulu’nda lisan eğitimi ile meşgul oldu.
Almanca pratik yapabilmesi için İstanbul, Beyoğlu’nda Alman bir ailenin yanında uzun süre kaldı. Tüm hazırlıkları tamamlamıştı ki, Balkan Harbi patlak verdi ve Almanya’ya gidemedi.
TEŞKİLAT-I MAHSUSA’DA
Balkan Harbinin başlamasıyla Ali Rıza Bey, Şark Ordusu Kurmay Heyeti’ne tayin edildi. Harbin başlangıcında bu heyette yer aldı. Daha sonra Haziran 1913’te Behrisefid Kuvva-i Mürettebesi’ne bağlı 27. Süvari Livası (Tugayı) Kurmay Heyeti’ne, 1913 yılı sonuna doğru ise 22. Aşiret Alayı Kumandan Yardımcılığı’na atanarak, Edirne Muharebelerine katıldı. Bu muharebelerde gösterdiği başarılardan dolayı 4. derece Mecidi Nişanı ile taltif edildi. Balkan Savaşı’nın sonuna gelindiğinde ise Arnavutluk, Manastır, Selânik ve Batı Trakya kaybedilmişti. Savaşın bitiminde Ali Rıza Bey, İstanbul’da Harp okulunda İstihkâm dersleri vermek üzere öğretmen yardımcısı olarak atandı. Buradaki görevi Ağustos 1914’te sona erdi.
I. Dünya Harbinin başlaması üzerine, Kasım 1914’te Erzurum’a Süvari Kolordusu Kurmay Heyeti’ne tayini çıktı. Fakat vücudunun zayıf ve soğuğa dayanaklı olmamasından ötürü bu görevine gidemedi. Mart 1915’e kadar İstanbul’da kaldı. Bu sıralarda Ali Rıza Bey, Trabzon’a geldi ve Kafkaslardaki faaliyetleri yürütmek üzere hemen çalışmalara başladı. Teşkilat-ı Mahsusa’nın merkezinde, Kafkasya ve İran bölümünde görevler aldı. Lazistan bölgesinde Teşkilat-ı Mahsusa Alayı’nın komutanı olarak Ruslara karşı büyük mücadelelerde bulundu.
RUSLARIN TELEFON HATLARI
28 Mart’ta Trabzon ve Havalisi Teşkilat-ı Mahsusa kumandanlığı lağvedildi, yerine Lazistan ve Havalisi Kumandanlığı kuruldu. 5 Nisan 1915’te Avni Paşa kumandanlığa atandı. Avni Paşa tüm birlikleri “Lazistan müfrezesi” adı altında topladı. Müfrezenin kumandanlığına da Stange Bey atandı. Teşkilat-ı Mahsusa gönüllüleri de müfrezeye bağlı olarak “Teşkilat-ı Mahsusa Alayı” olarak teşkil edildi. Teşkilat-ı Mahsusa Alay kumandanlığı görevine getirilen Ali Rıza Bey, gönüllü birlikleri kısa zamanda düzenli birlikler haline getirmek üzere çalışmalara başladı. Birlik yeniden teşkilatlandı üç taburlu bir alay, bağımsız bir tabur ve bir bölükten oluşan birlikler Ali Rıza Bey’in kumandanlığında önemli görevler üstlendi. Örneğin 5 Ekim 1915’te Rusların telefon hattına girilip, yapılan görüşmeler dinlendi ve telefonda öğrenilen tüm önemli bilgiler, 3.Ordu ve Lazistan Kumandanlığına aktarıldı. Kafkas Cephesinde bulunan Stange Bey, savundukları alanın büyük olması sebebiyle müdafaa hattını sağ ve sol olmak üzere ikiye ayırmıştı. Sağ cenah, Arhavi Deresi’nin yukarısındaki Ortaköy karşısına, sol cenah da Arhavi’nin altında Galato köyünden denize kadar olan bölüm olarak belirlenmişti. Yeni durum nedeniyle Sağ Cenah Hattı Müdafaa Kumandanlığına Ali Rıza Bey tayin edildi.
Ali Rıza Bey hem bu görevi hem de Teşkilat-ı Mahsusa Alay Kumandanlığını aynı anda yürütecekti. Ali Rıza Bey ve Rize Sabit Jandarma Tabur Kumandanı Kahraman Bey’in de gayretleri ile Rize’de bir silah fabrikası kuruldu. Trabzon’daki Ermenilerden alınan aletlerle kurulan fabrika, o yılların zor şartlarında mitralyöz üretiminin yanı sıra tüfek namlularının değişimi gibi işler yapmaya başlamıştı. Hatta Bomba atan özel bir alet de bu fabrikada icat edilmişti. Askeri yetkilerin de dikkatini çeken bu silah denemek üzere kendilerine Trabzon’a gönderilmişti.
KAFKAS CEPHESİ
Rusların taarruzları karşısında birliklerin yeniden organize edilmesi zorunluluğu oluştu. Bu durumda Teşkilat-ı Mahsusa Alay Kumandanı Ali Rıza Bey, 109. Kafkas Piyade Alay Kumandanlığına atandı. Ali Rıza Bey’in alayı mevcut birliklerin yanında Topal Osman Ağa’nın toparladığı bin 500 erle ikmal edildi.
Bu arada Ali Rıza Bey, Lazistan Cephesi’ndeki hizmetlerinden dolayı Harp Madalyası ve üç sene seferi kıdem zammıyla taltif edildi. Ayrıca 109.Alay Kumandanı olduktan sonra aldığı seferi kıdem zammı ve gümüş liyakat madalyası sonrasında 1 Mart 1917’de binbaşılığa terfi etti. Kurmaylık başvurusunda bulunan Ali Rıza Bey, 109. Kafkas Alay Kumandanlığına vekalette bulunacak hem de 37.Kafkas Tümeni Kurmay Başkanlığı görevini yürütecekti. Böylelikle “Kurmaylık” için şart olan stajı tamamlanmış olacaktı.
Tam bu sıralarda Avusturya-Macaristan Ekim 1917’de Caporetto’da taarruza geçmiş, İtalyan cephesi 24 saat gibi kısa bir sürede yarılmıştı.Bu taaruzun ardından Ali Rıza Bey de durumu tetkik için Avusturya Harp bölgesi Tirol Cephesine gönderildi. İleri harekatların başlaması üzerine Ali Rıza Bey, derhal ülkeye dönmesi ve alayının başına geçmesi için ikinci bir daha aldı.
Tekrar bölgesine dönen Ali Rıza Bey, Batum’un zaptında gösterdiği yararlıklardan dolayı bir yıl seferi kıdem zammı ve gümüş liyakat madalyasına layık görüldü.
DEPOLARDAN SİLAH ÇALDI
Lakin hiçbir cephede savaş kaybetmemesine rağmen Almanlar yenilince masa başında yenik sayılan Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918’de ağır koşullar içeren Mondros Mütarekesini imzalayarak teslim oldu. Ali Rıza Bey’in komutasını üstlendiği 177. Takviyeli Piyade Alayı da Aralık 1918’in başlarında Batum’da bulunmaktaydı. Mondros Mütarekesi’nin 15. Maddesi İtilaf Devletleri’ne, Batum’u işgal hakkı tanıdığı için İngiliz gemileri 7 Aralık’ta Batum limanına girdi. Mütareke hükümlerine dayanarak Kars ve Ardahan’ın da işgal edileceği duyurulurken ülke genelinde tüm Osmanlı birliklerine terhis emri geldi. 9. Ordu Kumandanlığı, Ali Rıza Bey’in alayının da Batum’dan derhal Kars’a geçmesini emrediliyordu. Kars’ta İngiliz askeri valisi nezdinde Osmanlı ordusu delegesi olarak görev yaptı. 17-18 Ocak 1919’da Kars Kongresi toplandı bir an önce faaliyete geçilebilmesi için teşkilatların kurulması kararı alındı. Buna göre Trabzon teşkilatına Alay Kumandanı Ali Rıza Bey görevlendirildi. Mart ayı sonlarına doğru Ali Rıza Bey bölgeyi terk ederek, 12.Tümen’e bağlı 35. Alay Kumandanlığına tayin oldu.
Sınırda görev yapan Ali Rıza Bey 3. Kafkas Tümeni’ne tayin olmak istiyordu. 15 Haziran 1919’da 3.Kafkas Tümeni’ne bağlı 7.Alay Kumandanlığına tayin edilerek Trabzon’a geldi. Hem görevi hem mevkii kumandanlığı yerine getirecek olan Ali Rıza Bey yeni görevinde silahların İngilizlere teslim edilmesinin önüne geçmek üzere geceleri örgütlediği kişilerle depolardan silahları çaldırıyordu.
HEYET-İ TEMSİLİYE ADINA
30 Eylül 1919’da Damat Ferit Hükümeti’nin istifası üzerine; hükümeti kuran Ali Rıza Paşa kabinesi 7 Ekim 1919’da seçim hazırlıklarına başladı. Mustafa Kemal Paşa’nın başında bulunduğu Heyet-i Temsiliye, Mebusan Meclisi’nin, İstanbul dışında bir an önce toplanmasını istese de kabine İstanbul’da ısrarcıydı. İstanbul’da toplanan Mebusan Meclisi için Kâzım Karabekir Paşa’ya önerilen isimlerin başında Trabzon Mevki Kumandanı Ali Rıza Bey’de vardı. Ali Rıza Bey’e birkaç sancaktan daha adaylık teklifi gelmiş fakat kabul etmemişti.
Millî Mücadele azmi ve kararlılığı halk arasında hızla yaygınlaşırken, Trabzon Mevki Kumandanı Ali Rıza Bey de Anadolu’da çıkan isyanların bastırılması için çabalıyordu. Batum’daki Bolşevik teşkilatını denetlemek üzere gelen Rus Heyetiyle temasa Ali Rıza Bey memur edildi.18 Mart 1920’de toplanan Meclis-i Mebusan’ın kendisini feshettiğini açıklamasının üzerine Mustafa Kemal Paşa, seçimlerin yenilenmesi ve Ankara’da olağan üstü yetkilere sahip bir meclisin toplanmasına dair Heyet-i Temsiliye adına 19 Mart 1920’de bir yönerge yayımladı. Bunun üzerine Trabzon Valisi Hamit Bey, 7. Alay ve Mevki Kumandanı Ali Rıza Bey’i de yanına alarak kazaları dolaşıp başarılı sonuçlar elde ettiler.
Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla İşgal kuvvetleri ve Damat Ferit hükümetinin telaşı daha da artmış Millî Mücadeleye katılanlar asi olarak ilân edilmişlerdi. Anadolu’da isyanlar bastırılıyor iç ve dış düşmanla mücadele kararlılıkla sürüyordu. Doğu cephesi de devamlı kaynıyordu. Gümrü Antlaşması’nın imzalandığı gün Erivan ve Ermenistan, Kızılordu’ya bağlı süvarilerce işgal edildi.
BATUM’A GİRDİ
Sovyet Ermenistan hükümeti, Gümrü Atlaşması’nda kabul edilen sınırın bazı noktalarına müfrezeler sokarak tarafsızlığı bozdu. Doğu Cephesi Kumandanlığı da bu durumu protesto etti. Doğu Cephesi Kumandanlığı Çoruh Grubu adını taşıyan yeni bir birlik oluşturdu. Birliğin başına da Trabzon Mevki ve 7.Alay Kumandanı Ali Rıza Bey getirildi. Çoruh Grubu emrindeki 7. Alay’ın 3.Taburu Batum’a girdi. 16 Mart’ta Türk ve Sosyalist hükümetleri Moskova Antlaşması’nı imzaladı. Batum’u, Türkiye’ye bırakmayı teklif eden Menşevik Gürcüler son anda bu kararlarından vaz geçti. Bununla da yetinmeyip 18 Mart sabahı 2. ve 3. Tabura taarruz ettiler. Taarruz iki şehit ve bir yaralı verilerek püskürtüldü. Bu sırada Ali Rıza Bey’e, 9.Bolşevik Tümeni’nin Acara’dan Batum’a doğru yaklaştığı haberi ulaştı. Çatışmanın yaşandığı gün 9. Bolşevik tümen kumandanı ile Çoruh Grup Kumandanı Ali Rıza Bey, Acar Suyu civarında bir araya geldi. Savaş yalnızca harp sahasında yapılmıyordu. İstanbul ve Ankara’da basılı yayınlarla propaganda faaliyetleri de sürdürülüyordu.
İstanbul’da Dersaadet Matbaası’nda Osmanlıca ve Fransızca basılan “Anadolu Hatırası” isimli yayında o dönemin propagandasını yapmaktaydı. Anadolu’yla ilgili birçok yazının yer aldığı yayının 1921 tarihli 4. sayısında; 3.Kafkas Tümeni Kumandanı Rüştü Paşa ile Ali Rıza Bey’in resimleri yan yana yayımlanıyordu. Ali Rıza Bey’in resminin altına ise “Ali Rıza Bey: Şiddetli Zekâ, aşırı cesaretiyle şöhretli ve Kars’ta ibraz ettiği meziyet ve askeri maharetiyle üst rütbeli askerlerimizdendir.” yorumu yapılmıştı.
MİLLİ MÜCADELE YILLARI
26 Ağustos’ta başlayan Büyük Taarruz, 30 Ağustos 1922 Dumlupınar (Başkumandanlık) Meydan Muharebesiyle Türk ordusu kesin zafere ulaşmıştı. Bundan sonra birliklerimiz düşmanın hem herhangi bir yerde toplanarak mukavemet etmesine, hem de Batı Anadolu’daki köy, kasaba ve şehirleri yakmasına, insanları imha etmesine engel olmak için mümkün olan süratle batıya doğru ilerlemeye başladı. Her yerde Türk kuvvetleri muntazam çekilme yollarını şoseleri ellerine geçirmiş olduğundan düşman kuvvetleri canlarını kurtarmak için şoselerin dışında dağlardan, derelerden, ormanların içinden ve patika yollardan çekilmeye mecbur olmuşlardı. Hem böyle gayri muntazam yollardan yürüdüklerinden, hem köyleri yakmakla, insanları imha etmekle uğraştıklarından, hem de onların bu hareketine karşı köylerde kendiliğinden meydana gelmiş olan 5-8 kişilik mukavemet kuvvetlerini, büyük Türk kuvvetleri sanarak durduklarından zaman kaybediyorlardı. Onun için birçok köyde Türk kuvvetleri ileri geçmiş Yunan kuvvetleri geride kalmıştı. Hatta düşmanın nerede olduğu yanan köy ve kasabalardan, arşa yükselen dumanlardan anlaşılıyordu.
2 Eylül 1922’de Ali Rıza beyin de içinde bulunduğu 5. Kafkas Tümeni Hatıplar köyü civarından, önde 9’uncu Alay, muharebe takımı, karargâh muharebe kademesi, bir dağ topu bataryası, bunun arkasında 13’üncü Alay sahra topu bataryası, en geride 10’uncu alay topçu cephane kademesi ve hücum taburu olmak üzere hareket edildi.
EMİR SUBAYI ANLATIYOR
Bu harekâtı ve Yunan General Trikupis’in ve Yunan ordularının teslim alınışında yaşadıklarını ve gördüklerini İstiklal Savaşı’nda 5. Kafkas Tugay Emir Subayı Kurmay Albay Kemal Çakın’ın şöyle anlatıyordu:
“Şanlı ordumuz perişan düşman kuvvetlerini geride bırakarak büyük kısmı ile İzmir istikametinde amansız takibe devam etmektedir. Bu meydanda 5. Kafkas Fırkası ilerideki birliklerle peşi sıra Uşak’a doğru yürümekte ve bir taraftan da geride kalan ve birbiri ardınca ufukta, yürüyen bir çizgi halinde teressüm eden köy yangınlarına bakarak, kendi hizalarında bulunduğu tahmin edilen yolları terke mecbur edilerek dağlarda halas yolu arayan münferit düşman topluluklarına dakika kaçırtmamaktadır. Öğleden biraz sonra Uşak’a doğru giden yürüyüş yolu üzerinde ve yakıcı bir güneş altında birbiriyle buluşan iki karargâh mola veriyor. 5.Kafkas Fırkasının Kumandanı Erkân-ı Harp Kaymakamı Halit Bey ve karargâhı ile 5.Kafkas Fırkası Liva Kumandanı Erkân-ı Harp Kaymakamı Ali Rıza Bey ve karargâhı şimdi toplu bir halde bir aradalar.
Kaymakam Halit Bey, Ali Rıza Bey’e şöyle söylüyor:
Aldığımız haberlere göre (parmağı ile araziyi göstererek) şu görülen dumanlar. Elmadağlarında büyükçe düşman perakendelerinin mevcudiyetini belli ediyor. Bu kuvvetler köylülerin söyledikleri gibi büyücek toplulukla olabileceği gibi tahminden az başı boş kuvvetler de olabilir. Bu sebeple vaziyet kâfi derecede aydınlanmadıkça fırkanın yürüyüşünü başka istikamete çevirmek istemiyorum. Bununla beraber yürürken dikkatimizi bu istikametten ayırmayacağız.
Süvari Bölüğümüz bu maksatla keşifler yapmaktadır. Bölüğün bulunduğu yere kadar ilerleyerek bizzat tetkikatta bulununuz. Ve ona göre zamanında gereken tedbirleri alarak bildiriniz...
YUNAN’DAN GELEN TALEP
Fırka Kumandanının bu emrini liva emir subayı sıfatıyla not ediyorum. Ve Karargâhımızla ileriye hareket ediyoruz. Zaman zaman gözetlemeler yaparak ilerliyoruz. Bir saat daha geçti. İleride 5.Kafkas Fırkasının süvari bölüğünün kısa bir mola verdiğini sandığımız çamlı bir tepeye varıyoruz. Bölüğün Kumandanı Yüzbaşı Ahmet Bey, levent tavrı ile bizi karşılıyor. Liva Kumandanını selamlayarak kumandanım diyor: Biraz evvel beyaz bayraklı bir Yunan subayı görüldü. Yanıma getirildi bu Subay General Trikupis tarafından gönderildiğini, 4 bin erle, aralarında generaller de bulunan 400 kadar subayın teslim şartlarını görüşmek üzere kumandanımıza intizar ettiklerini bildirdi. Bu subayı bir çavuş ve iki er muhafazasında olarak fırka kumandanımıza gönderdim. Bir çatışmaya mahal vermemek üzere emir alıncaya kadar hareketimi burada durdurdum. Bu kuvvetlerin bulunduğunu öğrendiğim bölgeyi devamlı gözetlemeye tabi tuttum. Ayrıca açık kanattan keşif yaptırmaktaydım.
Liva Kumandanı tarassut yerinden ileri araziyi ve gösterilen bölgeyi gözden geçirdi. Süvari bölük kumandanının aldığı tedbirleri dinledi. Bu esnada Fırka Kumandanından yazılı bir emir aldı. Gelen emirde aynı şeyler bildiriliyor, en ileri de (9. Alayla onu takip eden alayın Elmalı dağlarındaki bu kuvvetlere karşı kuşatıcı bir hat üzerinde tertiplenmelerinin) emredildiği bildiriliyordu. Liva kumandanının gerekli emniyet tertiplerini aldıktan sonra teslim teklifinde bulunan düşman Başkumandanı ile kayıtsız, şartsız teslim muamelesine başlanması bildiriliyordu. Liva kumandanı bana karargâhtan bir ihtiyat subayını da emrime alarak hemen 9. Alay nezdine gitmekliğimi ve alay kumandanına karşılaşılan düşmanın teslim teklifinde bulunduğunu ve bu sebeple herhangi bir çatışmaya silah kullanılmasına meydan vermemelerini ve benim düşman kumandanı ile temasa memur edildiğimi, neticeyi 9. Alay üzerinden bildireceğimi bu alaya tebliğ etmemi ve hatlarımızı geçince her ihtimali dikkate alarak tedbirli bulunmamı emretti. Düşman Başkumandanına kayıtsız teslim olmalarını ve derhal silahtan tecrit edilmeleri lüzumunu tebliğ edecektim. Emri aldım ve hareket ettim.
EFSANEVİ BİR GÜZELLİK
9. Alayı bulduğum zaman grup yaklaşıyordu. Alayın kıymetli Kumandanı Hüsnü Bey’e emri tebliğ ettim. Haritada gideceğim yolu, düşmanın bulunduğu yeri gösterdim. Buna müteakip de hatlarımızı geçtim. Şimdi gökte parlak bir mehtap vardı... Gecenin gündüz şartları içinde devam edeceği aşikârdı. Yolum bir patikadan ibaretti. Keskin taşlar ve kayalıklara zaman zaman güçleşen bu çığırdan bir saatten fazla bir zaman değişik süratlerle ilerledim. Yanımda karargâh arkadaşım, arkamda karargâhtan beraberime aldığım yiğit bir çavuş vardı. Tabiat o kadar sesiz, başlayan gece bu sessizliğe bürünen efsanevi bir güzellikle o kadar çok güzeldi ki... Hiçbir tehlike bu kadar tatlı ve bu kadar güzel gecenin munisliğine sokulamazdı. Talihimin bana bahşettiği bu tarihi anı yaşamış olmanın sevinci içindeyim. ‘Nasıl oldu?’ bilmiyorum bu arazi kesimini atlar atlamaz kendimizi muazzam bir düşman topluluğu arasında bulduk. Düşman ümidimiz hilafına hiçbir emniyet tertibi almamıştı. O kadar şaşkın, ümitsiz, insicamsız bir kitle halinde idi. Bizi görür görmez, bu karmaşık kitleden Türkçe sesler de duyuldu. Merak ve tecessümle etrafımızı aldılar. Kumandanlarını sordum güzel Türkçe konuşan biri, beni Trikupis’in yanına götürdü.
Mağlup düşman kumandanını askerce selamladım. Kendimi tanıttım kumandanımın emirlerini kendilerine tebliğ ile vazifelendiğimi söyledim. Kayıtsız ve şartsız teslim olmalarının kumandanım tarafından tebliğ edildiğini, bulundukları bölgenin her taraftan kuvvetlerimiz tarafından kuşatılmış olduğunu anlattım. General tebligatımı dünyada duyulabilen en derin bir ızdırabın zehirli sukutu içinde dinledi. Ve kadere baş eğen bir teslimiyetle:
“Evet biliyorum. Teslim olmak çıkar yoldur. Kabul ediyorum” dedi.
Ve etrafındaki generallere, ’öyle değil mi?’ diye sordu. Generalleri ve bu suali duyan diğerleri hep bir ağızdan tasdik ettiler.
ZARİF SULİÜTLİ KUMANDAN
General bana ‘fırka kumandanını bekliyorum ne zaman gelecek?’ diye sordu. Kumandanım gelinceye kadar silahtan tecrit edilmeleri lüzumunu ileri sürdüm. General, ‘Görmüyor musunuz, zaten çoğu silahları attılar. Atmayanlar da şimdi atacaklar...’ dedi. Ve ileride bir dere içi gösterdi. Böylece silahların buraya atılmasına devam edildi. Biraz sonra düşman topluluğu silahtan tamamen tecrit edilmişti…
General ‘sıra bizimkilere geldi’ diyerek subayların tabancalarını gösterdi. Kabul etmedim. ‘Kumandanımdan bu hususta emir almadım’ dedim. General bu mukabelemi büyük bir nezaket eseri olarak kabul etti ve teşekkürde bulundu. Kumandanıma ilk raporumu yazı ile bildirdim. Dört bini mütecaviz erle dört yüzü aşan ve aralarında generallerde bulunan Yunan ordusu artanının silahtan tecrit edildiği ve teslim muamelesine başlamak üzere kendilerine intizarda bulunulduğunu arz ettim. Kumandanım bu esnada yolda bulunmuş olmalıdır ki, bir saat sonra Elmalı dağında derin bir kuru derenin mukabil vasatında toplanan ve birbirine girift sürüler halinde kümelenen geniş esir kafilelerinin arasında ve parlak ay ışığı altında kendilerini at üstünde zarif silüetlerinden tanıdım. Ve karşıladım.
Attan indiler arkasında karargâh makineli tüfek müşaviri Yüzbaşı İbrahim bey ve karargâhın atlıları vardı. Karşılarında General Trikupis, generalleri ile beraber sesiz bir teslimiyet için idiler. Ali Rıza Bey mağlup generale elini uzatarak dost bir edayla “Üzülmeyin general, harp talihi her asker için yenmek kadar yenilmekte mukadder olabilir...Ve esasen Yunan ordusu için Memleketimizde yapılacak bir iş de yoktu. Netice hakkın tezahürüdür. Öyle değil mi?” dediler.
General Trikupis kendi hesabına bu neticeden üzülmenin mümkün olmadığını ifade ederek Ali Rıza Bey’i Türk Ordusunun kazandığı büyük zaferden dolayı tebrik etti. Kuvvetimizin şu anda Uşak’tan ilerilerde olduğunu bildiklerini ve artık her şeyin Yunanlılar için bitmiş olduğunu kabul ettiklerini, bu neticenin bir mucize diye vasıflandırılması gerektiğini sözlerine ilave etti.
ZULÜMDEN KİM MESUL
Ali Rıza Bey sözü yakılan köylere intikal ettirerek beynelmilel kaideler dışında müdafaasız köylerimize şu son anda dahi görülen zulümden dolayı kimin mesul olacağını sordu. Trikupis bu soru karşısında metanetini muhafaza edemedi. Kekeleyerek bunu perakende askerlerin yaptıklarını, kendisinin kontrolden mahrum bir kumandan olarak bundan sadece yeis duyduğunu beyan eyledi. Kendisinin hemen ilerideki büyük karargâhlarımıza götürüleceğini anlayınca kuvvetlerinin sevkine nezareten mahrum edilmesini rica etti. Bu ricası kumandanımız tarafından kabul edildi, yaralı subay ve erlerin sevki ile işe başlandı. 9.Alay’dan gelen birlikler esirleri teslim almaya ve sevk etmeye başladılar. Yaralılar atlara bindirilip sevk ediliyordu. Bir ara Trikupis yiyecek bir şey aradı uzun zamandır yiyecekten mahrum olduğunu açıkladı. Kendisine Yunan peksimeti ikram edildi.
Ali Rıza Bey Türk Ordusunun durmadan dinlenmeden yaptığı takip yüzünden iaşe ikmalini Yunan Ordusunun terk ettiği malzemelerden yaptığını ve bu sebeple kendisine kendilerinin peksimeti sunulduğu söylendi. Ve ‘kendi malınız gibi yiyiniz ve teşekkür etmeyiniz’ dedi. Ve gülüşüldü, bu arada yakın bir köyden alelacele getirilen bir kapuz kendisine ikram edildi. Trikupis bir taraftan yiyor bir taraftan da acı acı bir tebessümle “Çok yaman harp ettiniz. Çok amansız bir takip yaptınız, fakat bu bir harikadır...” diyordu.
Yaralıların sevki gece yarısına kadar sürdü. Bu meydan da bir kısım sağlam kafilelerde sevk edildi. Sıra esir Yunan Başkumandanına gelmişti. Böylesine süren çetin bir ölüm kalım savaşından sonra en nihayet tarih parlak bir kadere boyun eğmişti. Etrafı 5. Kafkas Fırkası kuvvetimizin süngüleri ile çevrilmiş bir kafile içinde şimdi mağlup Yunan Başkumandanı General Trikupis galip ve muzaffer Türk Başkumandanı Gazi Mustafa Kemal’in önünde baş eğmeye gidiyordu...”
GAZİ’NİN HUZURLARINDA
Generali Trikupis hatıralarında, Mustafa Kemal Paşa ile ilk karşılaşmalarını şöyle anlatıyordu:
“Uşak dışında esir olup o zamanki Türk Ordusu Kumandanı İsmet Paşa’nın dairesine götürüldüm; o da beni Mustafa Kemal’e götürdü.
Mustafa Kemal’in odasına girdiğim zaman o, ayağa kalkarak dostane bir şekilde beni karşıladı ve Fransızca hitap ederek şunları söyledi:
-Unutmayın ki, Koca Napoleon’da esir olmuştu. Siz görevinizi tam olarak ve sonuna kadar yaptınız, biz de sizi taktir ve size hürmet ediyoruz. Siz burada esir değil, misafirsiniz.
Sonra bana sordu:
-Küçük Asya Orduları Komutanlığına tayin edildiğinizi biliyor musunuz?
Ben cevap verdim:
-Hayır!
Malum olduğu üzere Türk Ordusunda telsiz vardı ve taarruz sırasında dışarıdan haber alıyordu. Ne olursa olsun, 23 Ağustos 1922 tarihli Atina gazeteleri şu haberi veriyordu:
“Tuğgeneral Trikupis Küçük Asya Orduları Komutanlığına tayin edilmiştir. Kendisi savaş sahalarındaki cesaretinden dolayı tümgeneralliğe terfi ettirilmiştir.”
NE İŞİMİZ VARDI?
Son günlerde zaman zaman gerginleşen Türkiye-Yunanistan ilişkilerini izlerken, tarihin sayfaları hakikatleri ve itirafları bizlere gösteriyor. Avrupa’nın şımarık çocuğu Yunanistan geçmişte olduğu gibi günümüzde de sırtını başkalarına dayamaya devam ederken, Generali Trikupis’in Türk Gazeteci Hıfzı Topuz’a verdiği röportaj tarihi gerçekleri gözler önüne seriyordu.
Hıfzı Topuz, 1952 yılında Yunanistan’a yaptığı bir seyahat sırasında Atina’da Ruzvelt Caddesindeki evinde mütevazi bir hayat yaşayan emekli general Trikopis’i ziyaret etmiş ve kendisiyle uzun boylu görüşmüştü. Topuz bu görüşmeyi şöyle naklediyordu:
“Trikopis’i evinde ziyarete gittiğim zaman kendisini derin bir rüyadan uyandırmış gibi oldum. Beni büyük bir nezaketle odasına kabul ettikten sonra ‘İstanbul’dan mı geliyorsunuz?’ diye sordu. ‘Evet’ diye cevap verdim.
Daldı... Bir müddet derin derin düşündükten sonra, ‘54 sene evvel İstanbul’dan geçmiştim’ diye devam etti. Güzel şehirdir İstanbul, ben de o zamanlar 30 yaşındaydım. Hey gidi günler hey...
Odada Generalin gençliğine ait bir yığın resim görüyordum. İşte şu gurubun ortasında bulunan burma bıyıklı genç Teğmen Trikopis’tir. Bu resim galiba Paris’te çekilmiş sene 1903… Şu masanın üstünde duran resim de Generalin Birinci Cihan Savaşında Yugoslavya’da çekilmiş bir resmi. Masanın tam arkasında büyük bir resim daha görüyorum. Bu da 1921’de Eskişehir’de çekilmiş. Yunan Kralı Konstantin, Anadolu harekâtında başarı kazanan kumandanlara şecaat nişanı tevzi ediyor. Trikopis o zaman kolordu kumandanı. Konstantin’in yanında Başkumandan Papulas, şimdiki Kral Paul, Prens Georges, Prens Andre, İstiklâl Savaşını müteakip Yunanlıların kurşuna dizdikleri Başbakan Gunaris ve Bakanlardan Teotakis bulunuyor.
Hey gidi günler...
‘General’ diyorum. Nasıl oldu şu Anadolu harekâtı? Ta Ankara kapılarına kadar ilerledikten sonra nasıl oldu da davayı kaybettiniz?
Trikopis tekrar derin derin düşünüyor.
Sonra, ‘Bizim Anadolu’da işimiz ne idi?’ diyor… ‘Bizim menfaatimiz Balkanlarda, Makedonya’da, Adalarda olabilir ama Anadolu’dan bize ne? Ne diye bizi oralara gönderdiler? Aradan bunca yıl geçti. Şimdi insan maziyi çok daha iyi görebiliyor. Çok daha sağlam hükümlere varabiliyor. Şimdi artık itiraf etmekten çekinmiyorum. Bizim Anadolu savaşında hiçbir menfaatimiz yoktu. Biz yabancı devletlere alet olduk. Sizden de biz den de bunca insan öldü. Bu kadar şehit verdik. Sonunda ne oldu? İşte, bugün kardeşiz. Hata idi Anadolu Harekâtı; hem de muazzam bir hata…” diyerek yıllar sonra pişmanlığını itiraf ediyordu.
HASTANEYE YATIRILIŞI
Yunanlılar Anadolu topraklarından çıkarılmış, Mudanya Barış görüşmeleri sürmekteydi. Ali Rıza Bey’in uzun zamandır devam eden mide ağrıları dayanılmaz bir hal almıştı. Muayene sonucunda doktorlar kesinlikle ameliyat olması gerektiğini söylüyorlardı ve Ali Rıza Bey’i Bursa’daki Memleket Hastanesi’ne yatırdılar. Birkaç gün sonra İstanbul’dan gelen iki doktor ameliyat etti. Ali Rıza Bey ameliyat sonrası yalnızca 48 saat hayata direnebildi. 5.Kafkas Tümeni 9.Alay’dan Yd. P. Teğmen İbrahim Efendi, Ali Rıza Bey’in vefatını günlüğünde şöyle anlatıyordu:
“28 Ekim 1922(...)Fırkamız Piyade Kumandanı Kaymakam Ali Rıza Bey, Bursa Hastanesi’nde vefat etmiştir. Cenaze merasimine iştirak etmek üzere her taburdan bir efendi gitti. Merhum ise fırka takım subaylarını yetiştirmek hususunda pek büyük faaliyet sarf etmiş. Vefatına pek üzgünüz Ümera-yı askeriyeden namuslu biri idi(...) Kaymakam Ali Rıza Bey’in, Bursa’da cenaze merasimi pek şatafatlı olmuştu.” Ali Rıza Bey’in cenazesi, büyük bir törenle Pınarbaşı mezarlığında toprağa verildi. 15 Kasım 1922’de de İnegöl’de Ali Rıza Bey’in ruhuna mevlidi şerif okundu.
Bu arada Ali Rıza Bey’in vefat tarihi ile ilgili çelişkiler vardır. 12 Kânunievvel 1338 tarihli İkbal gazetesindeki “Bir Ziya-i Azim” başlıklı yazıda 27 Ekim tarihi verilirken, Genelkurmay tarafından yayımlanan “Birinci Dünya Savaşı’na Katılan Alay ve Daha Üst Kademedeki Kumandanların Biyografileri” isimli kitapta ise 29 Ekim olarak görülmekte. Yd. P. Teğmen İbrahim Efendi ise Ali Rıza Bey’in vefatını günlüğünde bahsederken 28 Ekim olarak yazmıştır. Şu anki Osmanlı Türkçesi olan mezarında ise “29 Ekim 1922” tarihi yazılmıştır.
Ali Rıza Bey vefat ettiğinde 37 yaşındaydı ve Batı Cephesi’ne hareket etmeden kısa bir süre önce kuzeni Mürşide Hanım ile sözlenmişti. Zaferden sonra evlilik planı yapıyorlardı. Ali Rıza Bey’in ölüm haberini alan Mürşide Hanım, o gün kimseyle evlenmeyeceğine dair yemin etti ve 1962 yılında hayata veda ettiğinde bu yeminini hiç bozmadı...
BABANIN YAPTIRDIĞI MEZAR
Ali Rıza Bey’in vefatından birkaç ay sonra babası Recep Ferdi Efendi, Bursa’ya gelerek Pınarbaşı’ndaki oğlunun mezarını ona layık bir şekilde yaptırdı. Mezarında Osmanlıca şunlar yazmaktadır:
Kalpak figürlü baş şahidesinde:
Bismillahirrahmanirrahim
Küllü nefsin zâikatülmevt
Milli Mücadele Kahramanlarından
Beşinci Kafkas Fırkası
Liva Kumandanı Erkân-ı Harb
Kâimmakâmı Ali Rıza Bey’in
Ruhi-çün Fatiha
Tarih-i vefatı
8 Rebiülevvel sene 1341
29 Teşrinievvel sene 1338
Yevm-i Pazar
Mezarın kapak taşı üzerinde:
Saff Suresi 4. Ayeti yer almaktadır:
“Bismillahirrahmanirrahim. Şüphesiz ki Cenab-ı Hak kendi yolunda dövüşenleri sever. Saf halinde sanki onlar birbirine kenetle bağlanmış kale duvarları halindedirler.”
Mezar Lahdinin yan taşındaki kitabede:
1.Satır: Ali Rıza Bey, Lazistan’dan Hopalı memurizade Recep Ferdi Efendi’nin oğludur.
2.Satır: Balkan ve umumi harplerde ve Anadolu’nun muazzam kıyamında fiilen muharebe ve mücahedelerinden
3-Satır: Mütehassıl hastalıktan zaferin idrakini müteakib bir ameliyat neticesinde otuz sekiz yaşında Burusa’da vefat etmiştir. 1341/1338
Hicri 8 Rebiülevvel 1341-Miladi 29 Ekim 1922
Rumi-Miladi 29 Ekim 1922
SATILAN EŞYALARI VE GÜNLÜK
Öte yandan Ali Rıza Bey’in vefatından kısa bir süre sonra eşyaları hastane bahçesinde satışa çıkarılıyordu. Bunları satın alan bir subay, eşyalar arasındaki Ali Rıza Bey’in günlüklerini buluyordu. Uzun bir çaba sonucunda günlüğü Ali Rıza Bey’in ailesine teslim ediyordu. Ali Rıza Bey’in yazdığı günlükler, Sinan Onuş tarafından üç buçuk yılı aşan bir çalışmanın sonucunda 2015 yılında derlenip “Teşkilat-ı Mahsusa’dan Kurtuluş Savaşı’na Kızılca Kıyamet” adıyla bir kitap olarak yayımlandı. Kitap Alb. Ali Rıza Bey ve Yzb Fuat Bey’in günlüklerini içeren 308 sayfalık Millî Mücadele tarihimize ışık tutacak kaynak bir eser kimliğini taşıyor.
Kaynakça:
-Kızılca Kıyamet Teşlilat-ı Mahsusa’dan Kurtuluş Savaşı’na Albay Ali Rıza Bey ve Yüzbaşı Fuat Bey’in Günlükleri, Onuş Sinan, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2015
-30 Ağustos Hatıraları, Atatürk Kütüphanesi, Sel yayınları, 1955
-General Trikupis ve M.Papulas, Yunan Generallerin İtirafları, Berikan Yayınları, Ankara-Temmuz,2001
Teşekkür
Ali Rıza Bey’in mezar taşlarının Osmanlıca’dan çevirisinde yardımlarını esirgemeyen Eğitimci-Tarihçi-Yazar Sayın Ömer Faruk Dinçel’e teşekkürlerimi sunarım.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
BURSA’NIN BAĞRINDA SON UYKUSUNA YATAN BİR KAHRAMAN: ALBAY ALİ RIZA BEY…
Balkan Savaşı, I. Dünya Harbi ve Millî Mücadele’nin en çetin dönemlerini yaşayan, lakin cumhuriyetin ilanını görmeden henüz 37 yaşında Bursa’da hayata veda eden Albay Ali Rıza Bey’in romanlara konu olacak hayatını arkadaşımız Kerim Bayramoğlu kaleme aldı.
Pınarbaşı Mezarlığı’na yolum düştükçe mutlaka uğrar ziyaret ederim. Bu yılın ekim ayı vefatının yıl dönümüydü. Yüz yıl önce Bursa’da hayata gözlerini yumduğunda geride, Balkan Savaşı, I. Dünya Harbi’nin ve Millî Mücadele’nin en çetin dönemlerini bırakmış Cumhuriyet’in ilânına günler kala hayata gözlerini ruhaniyetli şehir Bursa’da yummuştu. Kimden mi bahsediyoruz?
Tabi ki Albay Ali Rıza Bey’den…
Peki Bursa’nın bağrında yatan bu kahramanı ne kadar tanıyoruz? Tanımayanlar için o zaman başlayalım:
Ali Rıza Bey (Benli) 1884 yılında Trabzon-Hopa’nın Kuledibi Mahallesinde dünyaya geldi. Köklü bir aileye mensup olan Ali Rıza Bey’in babası Recep Ferdi Efendi, Mamoyzade; annesi Zeliha Hanım ise Hacışahinzadelerin kızıdır. Annesinin babası Halim Bey, Trabzon çevresinde tanınan, zengin ve nüfuslu bir kişiydi. 32 parça teknesi vardı ve deniz ticareti ile uğraşıyordu. 93 Harbi başlayınca düşmana karşı direnmek üzere gönüllü olarak Trabzon Sancağı’na bağlı, Rize’nin Viçe (Fındıklı) kasabasından Hacışahinoğlu Büyük Halim Bey orduya yazıldı. Bu savaşta Batum yakınlarında şehit düştü. Ali Rıza Bey’in büyük dedelerinden biri de Kuzey Kafkasya’daki Anapa Kalesi’nin muhafızı Mustafa Paşa, diğeri ise serhat kumandanı Osman Paşa idi.
BABASININ TEK ŞARTI
Ali Rıza Bey, çocukluğu boyunca büyük dedelerinin kahramanlıklarını dinleyerek büyüdü. İlkokulu Hopa’da, Rüştiye eğitimini ise babası Recep Ferdi Efendi’nin memuriyetinden dolayı Yozgat’ta tamamladı. Babası oğlunun doktor olmasını arzuluyordu. Bu sebeple oğlunu Askeri Tıbbiye’ye kaydettirmek üzere İstanbul’a götürdü. Ali Rıza Bey’in çocukluğundan beri en büyük hayali asker olmaktı. Kuzenleri Rauf Bey ve Ramiz Beylerin de Harbiye’de okumaları, O’nun asker olma arzusunu daha da tetikliyordu. Recep Ferdi Bey ise oğlunu bu karardan döndürebilmek için baskı yapsa da fazla direnemedi. Ali Rıza’ya tek bir şart getirdi. Recep Ferdi Bey’in şart ise şu şekildeydi:
Madem askerlikte ısrarcısın o zaman ileriki yıllarda “Paşa” unvanı almak için mutlaka “Kurmay” olacaksın.
Babasına bu konuda söz veren ve nihayetinde 14 Aralık 1904’te harp okuluna kayıt yaptıran Ali Rıza Bey’in askeri eğitime başladığı yıllar; Osmanlı’da siyasetin en sıcak olduğu dönemlerdi. Öyle ki II. Abdülhamid, Meclis-i Mebusanı kapatmış ve buna paralel olarak Jöntürk hareketi hızla yayılmaya başlamıştı. II. Abdülhamid’e karşı Rumeli’de güçlü bir muhalefet başlamış, Jöntürk hareketi tek bir çatı altında toplanarak “İttihat ve Terakki Cemiyeti”ni kurmuştu. Cemiyetin siyasal faaliyetleri ses getiriyordu ve 23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet ilân ediliyordu.
ALMANYA’YA GİDEMEDİ
Ali Rıza Bey de bu akıma kendini kaptırmış, İttihat ve Terakki’ye üye olmuştu. Derslerini ve siyaseti aynı kararlıkla yürüten Ali Rıza Bey, 14 Ekim 1907’de “Teğmen” rütbesiyle harbiyeden mezun oluyordu. Tahsil derecesi sebebiyle Erkân-ı Harbiye’ye (Harp Akademisi) seçildi. Teğmenlikteki bekleme süresini Erkân-ı Harbiye’nin birinci sınıfında eğitimle geçirdi.
25 Aralık 1908’de ikinci sınıfa geçti ve üsteğmenliğe terfi etti. Üsteğmenlikteki bekleme süresi de Erkân-ı Harbiye’nin ikinci ve üçüncü sınıfında okuyarak geçti. 13 Şubat 1910’da kuramsal sınavları okulda, uygulamalı tatbikat ve sınavlarını da Bulgaristan hududunda vermek üzere kıtaya çıktı. Bir süre kıtada istihdam edildikten sonra tekrar Erkân-ı Harbiye’ye dönen Ali Rıza Bey, tüm sınıf arkadaşlarıyla birlikte “Mümtaz Yüzbaşı” diplomasıyla Harp Akademisi’nden mezun oldu.
Ardından Rumeli’de konuşlu 3.Ordu emrine gönderildi. Manastır’da 3.Ordu’ya bağlı 6.Kolordu emrindeki süvari bölüğü kumandanı olduktan bir yıl sonra Selanik Süvari Numune Alayı Kumandan Muavinliği’ne tayin edilen Ali Rıza Bey, 1912 yılına kadar bu görevde kaldı. Almanya’ya öğrenim için gidecek zabit sınavında başarılı oldu. Lisanını geliştirmek üzere Erkân-ı Harbiye-i Umumiyesi’nin (Genelkurmay Başkanlığı) emir ve gözetimi altında Alman Okulu’nda lisan eğitimi ile meşgul oldu.
Almanca pratik yapabilmesi için İstanbul, Beyoğlu’nda Alman bir ailenin yanında uzun süre kaldı. Tüm hazırlıkları tamamlamıştı ki, Balkan Harbi patlak verdi ve Almanya’ya gidemedi.
TEŞKİLAT-I MAHSUSA’DA
Balkan Harbinin başlamasıyla Ali Rıza Bey, Şark Ordusu Kurmay Heyeti’ne tayin edildi. Harbin başlangıcında bu heyette yer aldı. Daha sonra Haziran 1913’te Behrisefid Kuvva-i Mürettebesi’ne bağlı 27. Süvari Livası (Tugayı) Kurmay Heyeti’ne, 1913 yılı sonuna doğru ise 22. Aşiret Alayı Kumandan Yardımcılığı’na atanarak, Edirne Muharebelerine katıldı. Bu muharebelerde gösterdiği başarılardan dolayı 4. derece Mecidi Nişanı ile taltif edildi. Balkan Savaşı’nın sonuna gelindiğinde ise Arnavutluk, Manastır, Selânik ve Batı Trakya kaybedilmişti. Savaşın bitiminde Ali Rıza Bey, İstanbul’da Harp okulunda İstihkâm dersleri vermek üzere öğretmen yardımcısı olarak atandı. Buradaki görevi Ağustos 1914’te sona erdi.
I. Dünya Harbinin başlaması üzerine, Kasım 1914’te Erzurum’a Süvari Kolordusu Kurmay Heyeti’ne tayini çıktı. Fakat vücudunun zayıf ve soğuğa dayanaklı olmamasından ötürü bu görevine gidemedi. Mart 1915’e kadar İstanbul’da kaldı. Bu sıralarda Ali Rıza Bey, Trabzon’a geldi ve Kafkaslardaki faaliyetleri yürütmek üzere hemen çalışmalara başladı. Teşkilat-ı Mahsusa’nın merkezinde, Kafkasya ve İran bölümünde görevler aldı. Lazistan bölgesinde Teşkilat-ı Mahsusa Alayı’nın komutanı olarak Ruslara karşı büyük mücadelelerde bulundu.
RUSLARIN TELEFON HATLARI
28 Mart’ta Trabzon ve Havalisi Teşkilat-ı Mahsusa kumandanlığı lağvedildi, yerine Lazistan ve Havalisi Kumandanlığı kuruldu. 5 Nisan 1915’te Avni Paşa kumandanlığa atandı. Avni Paşa tüm birlikleri “Lazistan müfrezesi” adı altında topladı. Müfrezenin kumandanlığına da Stange Bey atandı. Teşkilat-ı Mahsusa gönüllüleri de müfrezeye bağlı olarak “Teşkilat-ı Mahsusa Alayı” olarak teşkil edildi. Teşkilat-ı Mahsusa Alay kumandanlığı görevine getirilen Ali Rıza Bey, gönüllü birlikleri kısa zamanda düzenli birlikler haline getirmek üzere çalışmalara başladı. Birlik yeniden teşkilatlandı üç taburlu bir alay, bağımsız bir tabur ve bir bölükten oluşan birlikler Ali Rıza Bey’in kumandanlığında önemli görevler üstlendi. Örneğin 5 Ekim 1915’te Rusların telefon hattına girilip, yapılan görüşmeler dinlendi ve telefonda öğrenilen tüm önemli bilgiler, 3.Ordu ve Lazistan Kumandanlığına aktarıldı. Kafkas Cephesinde bulunan Stange Bey, savundukları alanın büyük olması sebebiyle müdafaa hattını sağ ve sol olmak üzere ikiye ayırmıştı. Sağ cenah, Arhavi Deresi’nin yukarısındaki Ortaköy karşısına, sol cenah da Arhavi’nin altında Galato köyünden denize kadar olan bölüm olarak belirlenmişti. Yeni durum nedeniyle Sağ Cenah Hattı Müdafaa Kumandanlığına Ali Rıza Bey tayin edildi.
Ali Rıza Bey hem bu görevi hem de Teşkilat-ı Mahsusa Alay Kumandanlığını aynı anda yürütecekti. Ali Rıza Bey ve Rize Sabit Jandarma Tabur Kumandanı Kahraman Bey’in de gayretleri ile Rize’de bir silah fabrikası kuruldu. Trabzon’daki Ermenilerden alınan aletlerle kurulan fabrika, o yılların zor şartlarında mitralyöz üretiminin yanı sıra tüfek namlularının değişimi gibi işler yapmaya başlamıştı. Hatta Bomba atan özel bir alet de bu fabrikada icat edilmişti. Askeri yetkilerin de dikkatini çeken bu silah denemek üzere kendilerine Trabzon’a gönderilmişti.
KAFKAS CEPHESİ
Rusların taarruzları karşısında birliklerin yeniden organize edilmesi zorunluluğu oluştu. Bu durumda Teşkilat-ı Mahsusa Alay Kumandanı Ali Rıza Bey, 109. Kafkas Piyade Alay Kumandanlığına atandı. Ali Rıza Bey’in alayı mevcut birliklerin yanında Topal Osman Ağa’nın toparladığı bin 500 erle ikmal edildi.
Bu arada Ali Rıza Bey, Lazistan Cephesi’ndeki hizmetlerinden dolayı Harp Madalyası ve üç sene seferi kıdem zammıyla taltif edildi. Ayrıca 109.Alay Kumandanı olduktan sonra aldığı seferi kıdem zammı ve gümüş liyakat madalyası sonrasında 1 Mart 1917’de binbaşılığa terfi etti. Kurmaylık başvurusunda bulunan Ali Rıza Bey, 109. Kafkas Alay Kumandanlığına vekalette bulunacak hem de 37.Kafkas Tümeni Kurmay Başkanlığı görevini yürütecekti. Böylelikle “Kurmaylık” için şart olan stajı tamamlanmış olacaktı.
Tam bu sıralarda Avusturya-Macaristan Ekim 1917’de Caporetto’da taarruza geçmiş, İtalyan cephesi 24 saat gibi kısa bir sürede yarılmıştı.Bu taaruzun ardından Ali Rıza Bey de durumu tetkik için Avusturya Harp bölgesi Tirol Cephesine gönderildi. İleri harekatların başlaması üzerine Ali Rıza Bey, derhal ülkeye dönmesi ve alayının başına geçmesi için ikinci bir daha aldı.
Tekrar bölgesine dönen Ali Rıza Bey, Batum’un zaptında gösterdiği yararlıklardan dolayı bir yıl seferi kıdem zammı ve gümüş liyakat madalyasına layık görüldü.
DEPOLARDAN SİLAH ÇALDI
Lakin hiçbir cephede savaş kaybetmemesine rağmen Almanlar yenilince masa başında yenik sayılan Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918’de ağır koşullar içeren Mondros Mütarekesini imzalayarak teslim oldu. Ali Rıza Bey’in komutasını üstlendiği 177. Takviyeli Piyade Alayı da Aralık 1918’in başlarında Batum’da bulunmaktaydı. Mondros Mütarekesi’nin 15. Maddesi İtilaf Devletleri’ne, Batum’u işgal hakkı tanıdığı için İngiliz gemileri 7 Aralık’ta Batum limanına girdi. Mütareke hükümlerine dayanarak Kars ve Ardahan’ın da işgal edileceği duyurulurken ülke genelinde tüm Osmanlı birliklerine terhis emri geldi. 9. Ordu Kumandanlığı, Ali Rıza Bey’in alayının da Batum’dan derhal Kars’a geçmesini emrediliyordu. Kars’ta İngiliz askeri valisi nezdinde Osmanlı ordusu delegesi olarak görev yaptı. 17-18 Ocak 1919’da Kars Kongresi toplandı bir an önce faaliyete geçilebilmesi için teşkilatların kurulması kararı alındı. Buna göre Trabzon teşkilatına Alay Kumandanı Ali Rıza Bey görevlendirildi. Mart ayı sonlarına doğru Ali Rıza Bey bölgeyi terk ederek, 12.Tümen’e bağlı 35. Alay Kumandanlığına tayin oldu.
Sınırda görev yapan Ali Rıza Bey 3. Kafkas Tümeni’ne tayin olmak istiyordu. 15 Haziran 1919’da 3.Kafkas Tümeni’ne bağlı 7.Alay Kumandanlığına tayin edilerek Trabzon’a geldi. Hem görevi hem mevkii kumandanlığı yerine getirecek olan Ali Rıza Bey yeni görevinde silahların İngilizlere teslim edilmesinin önüne geçmek üzere geceleri örgütlediği kişilerle depolardan silahları çaldırıyordu.
HEYET-İ TEMSİLİYE ADINA
30 Eylül 1919’da Damat Ferit Hükümeti’nin istifası üzerine; hükümeti kuran Ali Rıza Paşa kabinesi 7 Ekim 1919’da seçim hazırlıklarına başladı. Mustafa Kemal Paşa’nın başında bulunduğu Heyet-i Temsiliye, Mebusan Meclisi’nin, İstanbul dışında bir an önce toplanmasını istese de kabine İstanbul’da ısrarcıydı. İstanbul’da toplanan Mebusan Meclisi için Kâzım Karabekir Paşa’ya önerilen isimlerin başında Trabzon Mevki Kumandanı Ali Rıza Bey’de vardı. Ali Rıza Bey’e birkaç sancaktan daha adaylık teklifi gelmiş fakat kabul etmemişti.
Millî Mücadele azmi ve kararlılığı halk arasında hızla yaygınlaşırken, Trabzon Mevki Kumandanı Ali Rıza Bey de Anadolu’da çıkan isyanların bastırılması için çabalıyordu. Batum’daki Bolşevik teşkilatını denetlemek üzere gelen Rus Heyetiyle temasa Ali Rıza Bey memur edildi.18 Mart 1920’de toplanan Meclis-i Mebusan’ın kendisini feshettiğini açıklamasının üzerine Mustafa Kemal Paşa, seçimlerin yenilenmesi ve Ankara’da olağan üstü yetkilere sahip bir meclisin toplanmasına dair Heyet-i Temsiliye adına 19 Mart 1920’de bir yönerge yayımladı. Bunun üzerine Trabzon Valisi Hamit Bey, 7. Alay ve Mevki Kumandanı Ali Rıza Bey’i de yanına alarak kazaları dolaşıp başarılı sonuçlar elde ettiler.
Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla İşgal kuvvetleri ve Damat Ferit hükümetinin telaşı daha da artmış Millî Mücadeleye katılanlar asi olarak ilân edilmişlerdi. Anadolu’da isyanlar bastırılıyor iç ve dış düşmanla mücadele kararlılıkla sürüyordu. Doğu cephesi de devamlı kaynıyordu. Gümrü Antlaşması’nın imzalandığı gün Erivan ve Ermenistan, Kızılordu’ya bağlı süvarilerce işgal edildi.
BATUM’A GİRDİ
Sovyet Ermenistan hükümeti, Gümrü Atlaşması’nda kabul edilen sınırın bazı noktalarına müfrezeler sokarak tarafsızlığı bozdu. Doğu Cephesi Kumandanlığı da bu durumu protesto etti. Doğu Cephesi Kumandanlığı Çoruh Grubu adını taşıyan yeni bir birlik oluşturdu. Birliğin başına da Trabzon Mevki ve 7.Alay Kumandanı Ali Rıza Bey getirildi. Çoruh Grubu emrindeki 7. Alay’ın 3.Taburu Batum’a girdi. 16 Mart’ta Türk ve Sosyalist hükümetleri Moskova Antlaşması’nı imzaladı. Batum’u, Türkiye’ye bırakmayı teklif eden Menşevik Gürcüler son anda bu kararlarından vaz geçti. Bununla da yetinmeyip 18 Mart sabahı 2. ve 3. Tabura taarruz ettiler. Taarruz iki şehit ve bir yaralı verilerek püskürtüldü. Bu sırada Ali Rıza Bey’e, 9.Bolşevik Tümeni’nin Acara’dan Batum’a doğru yaklaştığı haberi ulaştı. Çatışmanın yaşandığı gün 9. Bolşevik tümen kumandanı ile Çoruh Grup Kumandanı Ali Rıza Bey, Acar Suyu civarında bir araya geldi. Savaş yalnızca harp sahasında yapılmıyordu. İstanbul ve Ankara’da basılı yayınlarla propaganda faaliyetleri de sürdürülüyordu.
İstanbul’da Dersaadet Matbaası’nda Osmanlıca ve Fransızca basılan “Anadolu Hatırası” isimli yayında o dönemin propagandasını yapmaktaydı. Anadolu’yla ilgili birçok yazının yer aldığı yayının 1921 tarihli 4. sayısında; 3.Kafkas Tümeni Kumandanı Rüştü Paşa ile Ali Rıza Bey’in resimleri yan yana yayımlanıyordu. Ali Rıza Bey’in resminin altına ise “Ali Rıza Bey: Şiddetli Zekâ, aşırı cesaretiyle şöhretli ve Kars’ta ibraz ettiği meziyet ve askeri maharetiyle üst rütbeli askerlerimizdendir.” yorumu yapılmıştı.
MİLLİ MÜCADELE YILLARI
26 Ağustos’ta başlayan Büyük Taarruz, 30 Ağustos 1922 Dumlupınar (Başkumandanlık) Meydan Muharebesiyle Türk ordusu kesin zafere ulaşmıştı. Bundan sonra birliklerimiz düşmanın hem herhangi bir yerde toplanarak mukavemet etmesine, hem de Batı Anadolu’daki köy, kasaba ve şehirleri yakmasına, insanları imha etmesine engel olmak için mümkün olan süratle batıya doğru ilerlemeye başladı. Her yerde Türk kuvvetleri muntazam çekilme yollarını şoseleri ellerine geçirmiş olduğundan düşman kuvvetleri canlarını kurtarmak için şoselerin dışında dağlardan, derelerden, ormanların içinden ve patika yollardan çekilmeye mecbur olmuşlardı. Hem böyle gayri muntazam yollardan yürüdüklerinden, hem köyleri yakmakla, insanları imha etmekle uğraştıklarından, hem de onların bu hareketine karşı köylerde kendiliğinden meydana gelmiş olan 5-8 kişilik mukavemet kuvvetlerini, büyük Türk kuvvetleri sanarak durduklarından zaman kaybediyorlardı. Onun için birçok köyde Türk kuvvetleri ileri geçmiş Yunan kuvvetleri geride kalmıştı. Hatta düşmanın nerede olduğu yanan köy ve kasabalardan, arşa yükselen dumanlardan anlaşılıyordu.
2 Eylül 1922’de Ali Rıza beyin de içinde bulunduğu 5. Kafkas Tümeni Hatıplar köyü civarından, önde 9’uncu Alay, muharebe takımı, karargâh muharebe kademesi, bir dağ topu bataryası, bunun arkasında 13’üncü Alay sahra topu bataryası, en geride 10’uncu alay topçu cephane kademesi ve hücum taburu olmak üzere hareket edildi.
EMİR SUBAYI ANLATIYOR
Bu harekâtı ve Yunan General Trikupis’in ve Yunan ordularının teslim alınışında yaşadıklarını ve gördüklerini İstiklal Savaşı’nda 5. Kafkas Tugay Emir Subayı Kurmay Albay Kemal Çakın’ın şöyle anlatıyordu:
“Şanlı ordumuz perişan düşman kuvvetlerini geride bırakarak büyük kısmı ile İzmir istikametinde amansız takibe devam etmektedir. Bu meydanda 5. Kafkas Fırkası ilerideki birliklerle peşi sıra Uşak’a doğru yürümekte ve bir taraftan da geride kalan ve birbiri ardınca ufukta, yürüyen bir çizgi halinde teressüm eden köy yangınlarına bakarak, kendi hizalarında bulunduğu tahmin edilen yolları terke mecbur edilerek dağlarda halas yolu arayan münferit düşman topluluklarına dakika kaçırtmamaktadır. Öğleden biraz sonra Uşak’a doğru giden yürüyüş yolu üzerinde ve yakıcı bir güneş altında birbiriyle buluşan iki karargâh mola veriyor. 5.Kafkas Fırkasının Kumandanı Erkân-ı Harp Kaymakamı Halit Bey ve karargâhı ile 5.Kafkas Fırkası Liva Kumandanı Erkân-ı Harp Kaymakamı Ali Rıza Bey ve karargâhı şimdi toplu bir halde bir aradalar.
Kaymakam Halit Bey, Ali Rıza Bey’e şöyle söylüyor:
Aldığımız haberlere göre (parmağı ile araziyi göstererek) şu görülen dumanlar. Elmadağlarında büyükçe düşman perakendelerinin mevcudiyetini belli ediyor. Bu kuvvetler köylülerin söyledikleri gibi büyücek toplulukla olabileceği gibi tahminden az başı boş kuvvetler de olabilir. Bu sebeple vaziyet kâfi derecede aydınlanmadıkça fırkanın yürüyüşünü başka istikamete çevirmek istemiyorum. Bununla beraber yürürken dikkatimizi bu istikametten ayırmayacağız.
Süvari Bölüğümüz bu maksatla keşifler yapmaktadır. Bölüğün bulunduğu yere kadar ilerleyerek bizzat tetkikatta bulununuz. Ve ona göre zamanında gereken tedbirleri alarak bildiriniz...
YUNAN’DAN GELEN TALEP
Fırka Kumandanının bu emrini liva emir subayı sıfatıyla not ediyorum. Ve Karargâhımızla ileriye hareket ediyoruz. Zaman zaman gözetlemeler yaparak ilerliyoruz. Bir saat daha geçti. İleride 5.Kafkas Fırkasının süvari bölüğünün kısa bir mola verdiğini sandığımız çamlı bir tepeye varıyoruz. Bölüğün Kumandanı Yüzbaşı Ahmet Bey, levent tavrı ile bizi karşılıyor. Liva Kumandanını selamlayarak kumandanım diyor: Biraz evvel beyaz bayraklı bir Yunan subayı görüldü. Yanıma getirildi bu Subay General Trikupis tarafından gönderildiğini, 4 bin erle, aralarında generaller de bulunan 400 kadar subayın teslim şartlarını görüşmek üzere kumandanımıza intizar ettiklerini bildirdi. Bu subayı bir çavuş ve iki er muhafazasında olarak fırka kumandanımıza gönderdim. Bir çatışmaya mahal vermemek üzere emir alıncaya kadar hareketimi burada durdurdum. Bu kuvvetlerin bulunduğunu öğrendiğim bölgeyi devamlı gözetlemeye tabi tuttum. Ayrıca açık kanattan keşif yaptırmaktaydım.
Liva Kumandanı tarassut yerinden ileri araziyi ve gösterilen bölgeyi gözden geçirdi. Süvari bölük kumandanının aldığı tedbirleri dinledi. Bu esnada Fırka Kumandanından yazılı bir emir aldı. Gelen emirde aynı şeyler bildiriliyor, en ileri de (9. Alayla onu takip eden alayın Elmalı dağlarındaki bu kuvvetlere karşı kuşatıcı bir hat üzerinde tertiplenmelerinin) emredildiği bildiriliyordu. Liva kumandanının gerekli emniyet tertiplerini aldıktan sonra teslim teklifinde bulunan düşman Başkumandanı ile kayıtsız, şartsız teslim muamelesine başlanması bildiriliyordu. Liva kumandanı bana karargâhtan bir ihtiyat subayını da emrime alarak hemen 9. Alay nezdine gitmekliğimi ve alay kumandanına karşılaşılan düşmanın teslim teklifinde bulunduğunu ve bu sebeple herhangi bir çatışmaya silah kullanılmasına meydan vermemelerini ve benim düşman kumandanı ile temasa memur edildiğimi, neticeyi 9. Alay üzerinden bildireceğimi bu alaya tebliğ etmemi ve hatlarımızı geçince her ihtimali dikkate alarak tedbirli bulunmamı emretti. Düşman Başkumandanına kayıtsız teslim olmalarını ve derhal silahtan tecrit edilmeleri lüzumunu tebliğ edecektim. Emri aldım ve hareket ettim.
EFSANEVİ BİR GÜZELLİK
9. Alayı bulduğum zaman grup yaklaşıyordu. Alayın kıymetli Kumandanı Hüsnü Bey’e emri tebliğ ettim. Haritada gideceğim yolu, düşmanın bulunduğu yeri gösterdim. Buna müteakip de hatlarımızı geçtim. Şimdi gökte parlak bir mehtap vardı... Gecenin gündüz şartları içinde devam edeceği aşikârdı. Yolum bir patikadan ibaretti. Keskin taşlar ve kayalıklara zaman zaman güçleşen bu çığırdan bir saatten fazla bir zaman değişik süratlerle ilerledim. Yanımda karargâh arkadaşım, arkamda karargâhtan beraberime aldığım yiğit bir çavuş vardı. Tabiat o kadar sesiz, başlayan gece bu sessizliğe bürünen efsanevi bir güzellikle o kadar çok güzeldi ki... Hiçbir tehlike bu kadar tatlı ve bu kadar güzel gecenin munisliğine sokulamazdı. Talihimin bana bahşettiği bu tarihi anı yaşamış olmanın sevinci içindeyim. ‘Nasıl oldu?’ bilmiyorum bu arazi kesimini atlar atlamaz kendimizi muazzam bir düşman topluluğu arasında bulduk. Düşman ümidimiz hilafına hiçbir emniyet tertibi almamıştı. O kadar şaşkın, ümitsiz, insicamsız bir kitle halinde idi. Bizi görür görmez, bu karmaşık kitleden Türkçe sesler de duyuldu. Merak ve tecessümle etrafımızı aldılar. Kumandanlarını sordum güzel Türkçe konuşan biri, beni Trikupis’in yanına götürdü.
Mağlup düşman kumandanını askerce selamladım. Kendimi tanıttım kumandanımın emirlerini kendilerine tebliğ ile vazifelendiğimi söyledim. Kayıtsız ve şartsız teslim olmalarının kumandanım tarafından tebliğ edildiğini, bulundukları bölgenin her taraftan kuvvetlerimiz tarafından kuşatılmış olduğunu anlattım. General tebligatımı dünyada duyulabilen en derin bir ızdırabın zehirli sukutu içinde dinledi. Ve kadere baş eğen bir teslimiyetle:
“Evet biliyorum. Teslim olmak çıkar yoldur. Kabul ediyorum” dedi.
Ve etrafındaki generallere, ’öyle değil mi?’ diye sordu. Generalleri ve bu suali duyan diğerleri hep bir ağızdan tasdik ettiler.
ZARİF SULİÜTLİ KUMANDAN
General bana ‘fırka kumandanını bekliyorum ne zaman gelecek?’ diye sordu. Kumandanım gelinceye kadar silahtan tecrit edilmeleri lüzumunu ileri sürdüm. General, ‘Görmüyor musunuz, zaten çoğu silahları attılar. Atmayanlar da şimdi atacaklar...’ dedi. Ve ileride bir dere içi gösterdi. Böylece silahların buraya atılmasına devam edildi. Biraz sonra düşman topluluğu silahtan tamamen tecrit edilmişti…
General ‘sıra bizimkilere geldi’ diyerek subayların tabancalarını gösterdi. Kabul etmedim. ‘Kumandanımdan bu hususta emir almadım’ dedim. General bu mukabelemi büyük bir nezaket eseri olarak kabul etti ve teşekkürde bulundu. Kumandanıma ilk raporumu yazı ile bildirdim. Dört bini mütecaviz erle dört yüzü aşan ve aralarında generallerde bulunan Yunan ordusu artanının silahtan tecrit edildiği ve teslim muamelesine başlamak üzere kendilerine intizarda bulunulduğunu arz ettim. Kumandanım bu esnada yolda bulunmuş olmalıdır ki, bir saat sonra Elmalı dağında derin bir kuru derenin mukabil vasatında toplanan ve birbirine girift sürüler halinde kümelenen geniş esir kafilelerinin arasında ve parlak ay ışığı altında kendilerini at üstünde zarif silüetlerinden tanıdım. Ve karşıladım.
Attan indiler arkasında karargâh makineli tüfek müşaviri Yüzbaşı İbrahim bey ve karargâhın atlıları vardı. Karşılarında General Trikupis, generalleri ile beraber sesiz bir teslimiyet için idiler. Ali Rıza Bey mağlup generale elini uzatarak dost bir edayla “Üzülmeyin general, harp talihi her asker için yenmek kadar yenilmekte mukadder olabilir...Ve esasen Yunan ordusu için Memleketimizde yapılacak bir iş de yoktu. Netice hakkın tezahürüdür. Öyle değil mi?” dediler.
General Trikupis kendi hesabına bu neticeden üzülmenin mümkün olmadığını ifade ederek Ali Rıza Bey’i Türk Ordusunun kazandığı büyük zaferden dolayı tebrik etti. Kuvvetimizin şu anda Uşak’tan ilerilerde olduğunu bildiklerini ve artık her şeyin Yunanlılar için bitmiş olduğunu kabul ettiklerini, bu neticenin bir mucize diye vasıflandırılması gerektiğini sözlerine ilave etti.
ZULÜMDEN KİM MESUL
Ali Rıza Bey sözü yakılan köylere intikal ettirerek beynelmilel kaideler dışında müdafaasız köylerimize şu son anda dahi görülen zulümden dolayı kimin mesul olacağını sordu. Trikupis bu soru karşısında metanetini muhafaza edemedi. Kekeleyerek bunu perakende askerlerin yaptıklarını, kendisinin kontrolden mahrum bir kumandan olarak bundan sadece yeis duyduğunu beyan eyledi. Kendisinin hemen ilerideki büyük karargâhlarımıza götürüleceğini anlayınca kuvvetlerinin sevkine nezareten mahrum edilmesini rica etti. Bu ricası kumandanımız tarafından kabul edildi, yaralı subay ve erlerin sevki ile işe başlandı. 9.Alay’dan gelen birlikler esirleri teslim almaya ve sevk etmeye başladılar. Yaralılar atlara bindirilip sevk ediliyordu. Bir ara Trikupis yiyecek bir şey aradı uzun zamandır yiyecekten mahrum olduğunu açıkladı. Kendisine Yunan peksimeti ikram edildi.
Ali Rıza Bey Türk Ordusunun durmadan dinlenmeden yaptığı takip yüzünden iaşe ikmalini Yunan Ordusunun terk ettiği malzemelerden yaptığını ve bu sebeple kendisine kendilerinin peksimeti sunulduğu söylendi. Ve ‘kendi malınız gibi yiyiniz ve teşekkür etmeyiniz’ dedi. Ve gülüşüldü, bu arada yakın bir köyden alelacele getirilen bir kapuz kendisine ikram edildi. Trikupis bir taraftan yiyor bir taraftan da acı acı bir tebessümle “Çok yaman harp ettiniz. Çok amansız bir takip yaptınız, fakat bu bir harikadır...” diyordu.
Yaralıların sevki gece yarısına kadar sürdü. Bu meydan da bir kısım sağlam kafilelerde sevk edildi. Sıra esir Yunan Başkumandanına gelmişti. Böylesine süren çetin bir ölüm kalım savaşından sonra en nihayet tarih parlak bir kadere boyun eğmişti. Etrafı 5. Kafkas Fırkası kuvvetimizin süngüleri ile çevrilmiş bir kafile içinde şimdi mağlup Yunan Başkumandanı General Trikupis galip ve muzaffer Türk Başkumandanı Gazi Mustafa Kemal’in önünde baş eğmeye gidiyordu...”
GAZİ’NİN HUZURLARINDA
Generali Trikupis hatıralarında, Mustafa Kemal Paşa ile ilk karşılaşmalarını şöyle anlatıyordu:
“Uşak dışında esir olup o zamanki Türk Ordusu Kumandanı İsmet Paşa’nın dairesine götürüldüm; o da beni Mustafa Kemal’e götürdü.
Mustafa Kemal’in odasına girdiğim zaman o, ayağa kalkarak dostane bir şekilde beni karşıladı ve Fransızca hitap ederek şunları söyledi:
-Unutmayın ki, Koca Napoleon’da esir olmuştu. Siz görevinizi tam olarak ve sonuna kadar yaptınız, biz de sizi taktir ve size hürmet ediyoruz. Siz burada esir değil, misafirsiniz.
Sonra bana sordu:
-Küçük Asya Orduları Komutanlığına tayin edildiğinizi biliyor musunuz?
Ben cevap verdim:
-Hayır!
Malum olduğu üzere Türk Ordusunda telsiz vardı ve taarruz sırasında dışarıdan haber alıyordu. Ne olursa olsun, 23 Ağustos 1922 tarihli Atina gazeteleri şu haberi veriyordu:
“Tuğgeneral Trikupis Küçük Asya Orduları Komutanlığına tayin edilmiştir. Kendisi savaş sahalarındaki cesaretinden dolayı tümgeneralliğe terfi ettirilmiştir.”
NE İŞİMİZ VARDI?
Son günlerde zaman zaman gerginleşen Türkiye-Yunanistan ilişkilerini izlerken, tarihin sayfaları hakikatleri ve itirafları bizlere gösteriyor. Avrupa’nın şımarık çocuğu Yunanistan geçmişte olduğu gibi günümüzde de sırtını başkalarına dayamaya devam ederken, Generali Trikupis’in Türk Gazeteci Hıfzı Topuz’a verdiği röportaj tarihi gerçekleri gözler önüne seriyordu.
Hıfzı Topuz, 1952 yılında Yunanistan’a yaptığı bir seyahat sırasında Atina’da Ruzvelt Caddesindeki evinde mütevazi bir hayat yaşayan emekli general Trikopis’i ziyaret etmiş ve kendisiyle uzun boylu görüşmüştü. Topuz bu görüşmeyi şöyle naklediyordu:
“Trikopis’i evinde ziyarete gittiğim zaman kendisini derin bir rüyadan uyandırmış gibi oldum. Beni büyük bir nezaketle odasına kabul ettikten sonra ‘İstanbul’dan mı geliyorsunuz?’ diye sordu. ‘Evet’ diye cevap verdim.
Daldı... Bir müddet derin derin düşündükten sonra, ‘54 sene evvel İstanbul’dan geçmiştim’ diye devam etti. Güzel şehirdir İstanbul, ben de o zamanlar 30 yaşındaydım. Hey gidi günler hey...
Odada Generalin gençliğine ait bir yığın resim görüyordum. İşte şu gurubun ortasında bulunan burma bıyıklı genç Teğmen Trikopis’tir. Bu resim galiba Paris’te çekilmiş sene 1903… Şu masanın üstünde duran resim de Generalin Birinci Cihan Savaşında Yugoslavya’da çekilmiş bir resmi. Masanın tam arkasında büyük bir resim daha görüyorum. Bu da 1921’de Eskişehir’de çekilmiş. Yunan Kralı Konstantin, Anadolu harekâtında başarı kazanan kumandanlara şecaat nişanı tevzi ediyor. Trikopis o zaman kolordu kumandanı. Konstantin’in yanında Başkumandan Papulas, şimdiki Kral Paul, Prens Georges, Prens Andre, İstiklâl Savaşını müteakip Yunanlıların kurşuna dizdikleri Başbakan Gunaris ve Bakanlardan Teotakis bulunuyor.
Hey gidi günler...
‘General’ diyorum. Nasıl oldu şu Anadolu harekâtı? Ta Ankara kapılarına kadar ilerledikten sonra nasıl oldu da davayı kaybettiniz?
Trikopis tekrar derin derin düşünüyor.
Sonra, ‘Bizim Anadolu’da işimiz ne idi?’ diyor… ‘Bizim menfaatimiz Balkanlarda, Makedonya’da, Adalarda olabilir ama Anadolu’dan bize ne? Ne diye bizi oralara gönderdiler? Aradan bunca yıl geçti. Şimdi insan maziyi çok daha iyi görebiliyor. Çok daha sağlam hükümlere varabiliyor. Şimdi artık itiraf etmekten çekinmiyorum. Bizim Anadolu savaşında hiçbir menfaatimiz yoktu. Biz yabancı devletlere alet olduk. Sizden de biz den de bunca insan öldü. Bu kadar şehit verdik. Sonunda ne oldu? İşte, bugün kardeşiz. Hata idi Anadolu Harekâtı; hem de muazzam bir hata…” diyerek yıllar sonra pişmanlığını itiraf ediyordu.
HASTANEYE YATIRILIŞI
Yunanlılar Anadolu topraklarından çıkarılmış, Mudanya Barış görüşmeleri sürmekteydi. Ali Rıza Bey’in uzun zamandır devam eden mide ağrıları dayanılmaz bir hal almıştı. Muayene sonucunda doktorlar kesinlikle ameliyat olması gerektiğini söylüyorlardı ve Ali Rıza Bey’i Bursa’daki Memleket Hastanesi’ne yatırdılar. Birkaç gün sonra İstanbul’dan gelen iki doktor ameliyat etti. Ali Rıza Bey ameliyat sonrası yalnızca 48 saat hayata direnebildi. 5.Kafkas Tümeni 9.Alay’dan Yd. P. Teğmen İbrahim Efendi, Ali Rıza Bey’in vefatını günlüğünde şöyle anlatıyordu:
“28 Ekim 1922(...)Fırkamız Piyade Kumandanı Kaymakam Ali Rıza Bey, Bursa Hastanesi’nde vefat etmiştir. Cenaze merasimine iştirak etmek üzere her taburdan bir efendi gitti. Merhum ise fırka takım subaylarını yetiştirmek hususunda pek büyük faaliyet sarf etmiş. Vefatına pek üzgünüz Ümera-yı askeriyeden namuslu biri idi(...) Kaymakam Ali Rıza Bey’in, Bursa’da cenaze merasimi pek şatafatlı olmuştu.” Ali Rıza Bey’in cenazesi, büyük bir törenle Pınarbaşı mezarlığında toprağa verildi. 15 Kasım 1922’de de İnegöl’de Ali Rıza Bey’in ruhuna mevlidi şerif okundu.
Bu arada Ali Rıza Bey’in vefat tarihi ile ilgili çelişkiler vardır. 12 Kânunievvel 1338 tarihli İkbal gazetesindeki “Bir Ziya-i Azim” başlıklı yazıda 27 Ekim tarihi verilirken, Genelkurmay tarafından yayımlanan “Birinci Dünya Savaşı’na Katılan Alay ve Daha Üst Kademedeki Kumandanların Biyografileri” isimli kitapta ise 29 Ekim olarak görülmekte. Yd. P. Teğmen İbrahim Efendi ise Ali Rıza Bey’in vefatını günlüğünde bahsederken 28 Ekim olarak yazmıştır. Şu anki Osmanlı Türkçesi olan mezarında ise “29 Ekim 1922” tarihi yazılmıştır.
Ali Rıza Bey vefat ettiğinde 37 yaşındaydı ve Batı Cephesi’ne hareket etmeden kısa bir süre önce kuzeni Mürşide Hanım ile sözlenmişti. Zaferden sonra evlilik planı yapıyorlardı. Ali Rıza Bey’in ölüm haberini alan Mürşide Hanım, o gün kimseyle evlenmeyeceğine dair yemin etti ve 1962 yılında hayata veda ettiğinde bu yeminini hiç bozmadı...
BABANIN YAPTIRDIĞI MEZAR
Ali Rıza Bey’in vefatından birkaç ay sonra babası Recep Ferdi Efendi, Bursa’ya gelerek Pınarbaşı’ndaki oğlunun mezarını ona layık bir şekilde yaptırdı. Mezarında Osmanlıca şunlar yazmaktadır:
Kalpak figürlü baş şahidesinde:
Bismillahirrahmanirrahim
Küllü nefsin zâikatülmevt
Milli Mücadele Kahramanlarından
Beşinci Kafkas Fırkası
Liva Kumandanı Erkân-ı Harb
Kâimmakâmı Ali Rıza Bey’in
Ruhi-çün Fatiha
Tarih-i vefatı
8 Rebiülevvel sene 1341
29 Teşrinievvel sene 1338
Yevm-i Pazar
Mezarın kapak taşı üzerinde:
Saff Suresi 4. Ayeti yer almaktadır:
“Bismillahirrahmanirrahim. Şüphesiz ki Cenab-ı Hak kendi yolunda dövüşenleri sever. Saf halinde sanki onlar birbirine kenetle bağlanmış kale duvarları halindedirler.”
Mezar Lahdinin yan taşındaki kitabede:
1.Satır: Ali Rıza Bey, Lazistan’dan Hopalı memurizade Recep Ferdi Efendi’nin oğludur.
2.Satır: Balkan ve umumi harplerde ve Anadolu’nun muazzam kıyamında fiilen muharebe ve mücahedelerinden
3-Satır: Mütehassıl hastalıktan zaferin idrakini müteakib bir ameliyat neticesinde otuz sekiz yaşında Burusa’da vefat etmiştir. 1341/1338
Hicri 8 Rebiülevvel 1341-Miladi 29 Ekim 1922
Rumi-Miladi 29 Ekim 1922
SATILAN EŞYALARI VE GÜNLÜK
Öte yandan Ali Rıza Bey’in vefatından kısa bir süre sonra eşyaları hastane bahçesinde satışa çıkarılıyordu. Bunları satın alan bir subay, eşyalar arasındaki Ali Rıza Bey’in günlüklerini buluyordu. Uzun bir çaba sonucunda günlüğü Ali Rıza Bey’in ailesine teslim ediyordu. Ali Rıza Bey’in yazdığı günlükler, Sinan Onuş tarafından üç buçuk yılı aşan bir çalışmanın sonucunda 2015 yılında derlenip “Teşkilat-ı Mahsusa’dan Kurtuluş Savaşı’na Kızılca Kıyamet” adıyla bir kitap olarak yayımlandı. Kitap Alb. Ali Rıza Bey ve Yzb Fuat Bey’in günlüklerini içeren 308 sayfalık Millî Mücadele tarihimize ışık tutacak kaynak bir eser kimliğini taşıyor.
Kaynakça:
-Kızılca Kıyamet Teşlilat-ı Mahsusa’dan Kurtuluş Savaşı’na Albay Ali Rıza Bey ve Yüzbaşı Fuat Bey’in Günlükleri, Onuş Sinan, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2015
-Eski Dostlar, Topuz Hıfzı, Remzi Kitabevi Temmuz, 2000
-30 Ağustos Hatıraları, Atatürk Kütüphanesi, Sel yayınları, 1955
-General Trikupis ve M.Papulas, Yunan Generallerin İtirafları, Berikan Yayınları, Ankara-Temmuz,2001
Teşekkür
Ali Rıza Bey’in mezar taşlarının Osmanlıca’dan çevirisinde yardımlarını esirgemeyen Eğitimci-Tarihçi-Yazar Sayın Ömer Faruk Dinçel’e teşekkürlerimi sunarım.
En Çok Okunan Haberler