“Türk yurdu kabul edilen Ötüken; Toprak Ana, ‘Kutlu Kent’ ve Türk Şehirlerinin Yüreği, Balasagun; Türk Hakanlarının şehri, Kaşgar; Işıldayan Şehir, Ordu Kent olarak nitelendirilmiştir” diyen Araştırmacı Yazar Aybars Yılmaz, Türkler’de şehirleşmeyi Şehrengiz sayfalarına taşıdı…
Haber Giriş Tarihi: 19.04.2022 00:00
Haber Güncellenme Tarihi: 20.04.2022 17:24
Kaynak:
Haber Merkezi
https://www.bursasehrengiz.com/
TÜRKLER’DE ŞEHİRCİLİK
Millet, hangi yüce değerler sayesinde millet olmuşsa; ancak yine o yüce değerlerle ayakta kalabilir. Ve şehirler, insanlığın siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel hikâyesinin yazıldığı ve bunu geleceğe taşıyan en önemli coğrafi sahadır. Farabi’ye göre ideal şehir, insanların mutluluğa ulaşmak için birlikte çabaladığı yerdir. Halkı ve yaşayanları birbirleriyle yardımlaşan şehir, erdemli şehir demektedir.
Maziden atiye sürekliliğin ve sürdürülebilirliğin esas olduğu millet kavramı için kutsal unsurlardan birisi de vatan mefhumudur. Vatan kelimesinin Türklük için karşılığının en iyi tariflerinden birisi de, Hadis-i Erbain Tercümesi eserinde İsmail Hakkı Bursevi tarafından şu şekilde yapılmıştır; ‘’Adem Cennetten lisan-ı Türki ile kalk dimekle kıyam idüp çıkmıştır. Zira dünyada ahir tasarruf Türk’ündür.’’
Antropolojik ırk tasnifinde brakisefal-alplı tipini temsil eden Türkler, Orta Asya’nın muhtelif devirlerinde şiddetini arttıran kuraklık yüzünden büyük göçlerle dünyanın muhtelif bölgelerine yayılmış ve buralarda eski medeniyetleri kurmuşlardı.
TÜRK ŞEHİRLERİ
Türük Bilge Kağan’ın ölümünden 13 yıl sonra hükümdar olan Uygurlarda Bolmış İl İtmiş Bilge Kağan, Orhun ırmağı kıyısında Ordu Balık’ı kurarak eski Türk Yurdu Moğolistan’da ilk şehri kurma şerefine sahiptir. IX. Yüzyıla gelindiğinde Türklerin 16 şehir kurdukları çeşitli kaynaklarda yer almaktadır.
Şehir kelimesinden önce, Türk tarihi boyunca aynı anlama gelen ‘balık ve kent’ kelimeleri yaygın olarak kullanılmıştır.
Ayrıca Türk tarihinde, manası ve değeri büyük olan şehirlerin vasıflarıyla anıldığı bilinmektedir. Türk yurdu kabul edilen Ötüken; Toprak Ana, ‘Kutlu Kent’ ve Türk Şehirlerinin Yüreği, Balasagun; Türk Hakanlarının şehri, Kaşgar; Işıldayan Şehir, Ordu Kent olarak nitelendirilmiştir.
ERGENEKON DESTANI’NDA
Şehir ve medeniyet kurmakta bu seviyeye ulaşan Türklüğün, kendine ait ve özgün bir kentleşme, şehir sistemi olmadığını iddia etmek bilgisizlik, bilmemek ise büyük bir kayıptır. Öyle ki Türk Dünyası’nın ana yazıtlarından birisi olarak kabul edilen Ergenekon Destanı, Türklerin şehirleşme ve şehircilik sistemlerinin varlığına ve gelişmişlik seviyesi için tek başına kalsa bile yeterli bir örnek teşkil etmektedir.
Ergenekon Destanı’nda, Türkler Moğollara saldırırlar; Savaşı Moğollar kazanırsa da, ganimete üşüşüp gaflete düşünce, süratle geri dönüp saldıran Türkler tarafından kılıçtan geçirilirler. Yalnız Moğol hakanının o yıl evlendirdiği küçük oğlu Kıyan ile yeğeni Negüz, eşleriyle birlikte kurtulmayı başararak uzun bir yolculuktan sonra at, davar ve devenin bol olduğu bir yere gelir. Bu sürüleri önlerine katıp karla kaplı, sarp bir geçide ulaşırlar. Tehlikeyi göze alarak geçide girip ilerleyince karşılarına cennet gibi bir vadi çıkar. Her türlü av hayvanının bulunduğu bu verimli vadiye Ergenekon adını verirler. ‘Ergene’ sarp, ‘kon’ ise geçit demektir. İki aile, hayvanların etlerini yer, sütlerini içer, derilerini giyer ve çocuklarını birbirleriyle evlendirerek çoğalmaya başlar. Aradan 400 yıl geçer; Kıyan ve Negüz’ün soyundan gelen ve oba oba ayrılan halk vadiye sığamayacak kadar çoğalmıştır. Daha geniş yurt edinmek için atalarından duydukları geçidi arar, fakat bulamazlar. Bir gün bir demirci, vadiyi kuşatan dağlardan birinin demirden olduğunu, onu eriterek bir yol açabileceklerini söyler. Bunun üzerine dağın en geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür yığarlar. Yetmiş deriden körük yapıp, yetmiş yere yerleştirir ve yaktıkları ateşi körüklemeye başlarlar. Demir erir ve yüklü bir devenin geçebileceği genişlikte bir yol açılır. Bu yolu kullanarak dışarı çıkar, düşmanlarından öç alırlar.
ŞEHİR SİSTEMLERİ
Tarihsel ve coğrafi kaynaklar incelendiğinde, bir yerleşim yerinin şehir olabilmesi içi korunmuş olması, ticaretin yapıldığı bir pazar yerinin olması ve sanayi faaliyetlerini gösteren üretimin olması gereklidir. Şehir ekonomisi tarıma değil, ticaret ve üretime dayanmalıdır.
Ergenekon Destanı ve sonrasında paylaştığımız gereklilikler bilgileri ışığında, Türklerin şehirleşme ve seçim kıstaslarını, birçok uygarlık ve millete göre ne kadar önceden özümsediği ve uyguladığını görmüş oluyoruz.
Tarihteki Türk Şehirleri içerisinde en iyi örneklere bakıldığında, şehirlerinin oluşumu esnasında, iskan, savunma yapıları, idari yapısı, müesseseleri, şehir halkının kültürel, dini ve sosyo-ekonomik hayatı baz alındığı görülmektedir.
Bugün farklı milletler ve unsurlar tarafından çeşitli görseller kullanılarak hazırlanan ve yeniymiş gibi ilk gösterimi, yansıması gerçekleştirilen birçok sistem ve yöntemin daha da gelişmiş biçimlerine ulaşmak, Türk Tarihi’ni inceleyen veya bilenler için zor olmayacaktır. Zira aynı konu özelinde, büyük devlet adamı Nizamülmülk’ün Siyasetname yapıtı incelendiğinde, sistemden de öteye geçip, roller ve rollerin üstlenmesi gereken sorumluluklara bile rahatlıkla erişilebilir. Yine tek cümlelik, kısa bir örnek olarak şu alıntıyı sizlerle paylaşabiliriz;
‘Sultan yer altından su yolları, kanallar açar; akarsular üstüne köprüler kurar; köyleri ve mezraları verimli kılar; hisarlar, yeni şehirler, yüksek binalar, güzel yerleşim merkezleri kurar; büyük yol ağızlarına ribatlar, ilim öğrenecekler için medreseler yapılmasını emreder.’
Türk Şehir Sistematiği için en somut örneklerden bir tanesi de şehir yerleşimidir. Türk Otağ yerleşiminde, çadırların yuvarlak oluşu, yerleşimin tam ortasında en büyük han otağının konumlandırılması, çadırların önüne ailelerin, boyların kimliklerini simgeleyen tuğ, tamga ve sancakların dikilmesinin ve ortaya çıkan yerleşimdeki her detayın bir anlamı ve içeriği vardır.
Otağın tam ortasında yer alan han çadırı güneşi temsil etmektedir. Han çadırının etrafına yuvarlak oluşturacak şekilde kurulan boy çadırları gezegenleri, tuğ, sancak ve tamgalar ise gezegenlerin uydularını oluşturmaktadır. (Bkz. Keles-Kocayayla) Gök kavramının Türkler için sahip olduğu kutsiyet bu şekilde zaman ve mekândan bağımsız bir unsur haline gelip, yaşamsal bir süreklilik kazanmıştır.
‘İDEAL CUMHURİYET KÖYÜ’
Hatta bu model Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde geliştirilerek ve mahiyeti derinleştirilerek, bizzat Mustafa Kemal Atatürk tarafından ‘İdeal Cumhuriyet Köyü’ modeli haline getirilmiştir.
Türk Otağ Yerleşimi ve ‘Türk İdeal Cumhuriyet Köyü’ modelinin günümüzde ileri batı medeniyetleri ve ülkeleri tarafından esas alınarak, ünlü şehir ve yerleşim alanlarında uygulamaya geçmiş olması ise Türklüğün insanlığa sunduğu katkılardan birinin zamana yansıması olarak değerlendirilebilir. (Bkz. Danimarka-Brondby, İspanya-Barcelona, Hindistan-Bangladeş, Danimarka-Kopenhag)
Tematik ve terimsel anlamda geldiğimiz bu noktada, İbn-i Haldun’un şu tespitini atlamamak önemlidir: ’’Şehirlerin de bir ruhu vardır. Bir şehirde yaşayan insanlar zamanla yaşadığı şehrin ruhuyla karakteristik açıdan özdeşleşirler.’’
Anadolu Türklüğü açısından sahip olduğumuz en büyük kazanım ise aslında burada ortaya çıkmaktadır. Yine sahip olduğumuz değerler, araçlar ve ehliyetlerimizi gözden geçirecek olursak, Nurettin Topçu’nun şu seslenişi ile tespitlerimizi ve paylaşımımızı sonlandırmak yeterli olacaktır kanısındayım:
‘’Yarınki Türkiye’nin kurucuları, yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül verecek, sabırlı ve azimli, lâkin gösterişsiz ve nümayişsiz çalışan, ruh cephesinin maden işçileri olacaklardır. Bu ruh amelesinin ilk ve esaslı işi, insan yetiştirmektir. Hünerleri hep fedakârlık olan bu hizmet ehli gençler, hizmetlerinin mükâfatını da hizmet ettikleri insanlardan beklemeyecekler, sonsuzluğa sundukları eserin sesinin akislerini yine sonsuzluktan dinleyeceklerdir. Ve onların eseri olan yarın ki Türkiye, şu temeller üzerine kurulacak; Anadolu’nun toprağında kaynayan bir kan, cemiyet için harcanan emek, bin yıllık bir tarih, otoriteli bir devlet ve ebedi olduğuna inanmış bir ruh. Yani Yunus’u, Hacı Bayram ve Hacı Bektaşları bize armağan eden bir ruh.’’
KAYNAKÇA:
Türk Düşüncesi, İrfan Yayıncılık, 2007
Eski Türklerde Şehircilik, Faruk Sümer,1993
Tanrı Dağı’ndan Hira Dağı’na, Beşir Ayvazoğlu, 2009
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
TÜRKLÜĞÜN, ÖZGÜN BİR KENTLEŞME SİSTEMİ VARDIR
“Türk yurdu kabul edilen Ötüken; Toprak Ana, ‘Kutlu Kent’ ve Türk Şehirlerinin Yüreği, Balasagun; Türk Hakanlarının şehri, Kaşgar; Işıldayan Şehir, Ordu Kent olarak nitelendirilmiştir” diyen Araştırmacı Yazar Aybars Yılmaz, Türkler’de şehirleşmeyi Şehrengiz sayfalarına taşıdı…
TÜRKLER’DE ŞEHİRCİLİK
Millet, hangi yüce değerler sayesinde millet olmuşsa; ancak yine o yüce değerlerle ayakta kalabilir. Ve şehirler, insanlığın siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel hikâyesinin yazıldığı ve bunu geleceğe taşıyan en önemli coğrafi sahadır. Farabi’ye göre ideal şehir, insanların mutluluğa ulaşmak için birlikte çabaladığı yerdir. Halkı ve yaşayanları birbirleriyle yardımlaşan şehir, erdemli şehir demektedir.
Maziden atiye sürekliliğin ve sürdürülebilirliğin esas olduğu millet kavramı için kutsal unsurlardan birisi de vatan mefhumudur. Vatan kelimesinin Türklük için karşılığının en iyi tariflerinden birisi de, Hadis-i Erbain Tercümesi eserinde İsmail Hakkı Bursevi tarafından şu şekilde yapılmıştır; ‘’Adem Cennetten lisan-ı Türki ile kalk dimekle kıyam idüp çıkmıştır. Zira dünyada ahir tasarruf Türk’ündür.’’
Antropolojik ırk tasnifinde brakisefal-alplı tipini temsil eden Türkler, Orta Asya’nın muhtelif devirlerinde şiddetini arttıran kuraklık yüzünden büyük göçlerle dünyanın muhtelif bölgelerine yayılmış ve buralarda eski medeniyetleri kurmuşlardı.
TÜRK ŞEHİRLERİ
Türük Bilge Kağan’ın ölümünden 13 yıl sonra hükümdar olan Uygurlarda Bolmış İl İtmiş Bilge Kağan, Orhun ırmağı kıyısında Ordu Balık’ı kurarak eski Türk Yurdu Moğolistan’da ilk şehri kurma şerefine sahiptir. IX. Yüzyıla gelindiğinde Türklerin 16 şehir kurdukları çeşitli kaynaklarda yer almaktadır.
Şehir kelimesinden önce, Türk tarihi boyunca aynı anlama gelen ‘balık ve kent’ kelimeleri yaygın olarak kullanılmıştır.
Ayrıca Türk tarihinde, manası ve değeri büyük olan şehirlerin vasıflarıyla anıldığı bilinmektedir. Türk yurdu kabul edilen Ötüken; Toprak Ana, ‘Kutlu Kent’ ve Türk Şehirlerinin Yüreği, Balasagun; Türk Hakanlarının şehri, Kaşgar; Işıldayan Şehir, Ordu Kent olarak nitelendirilmiştir.
ERGENEKON DESTANI’NDA
Şehir ve medeniyet kurmakta bu seviyeye ulaşan Türklüğün, kendine ait ve özgün bir kentleşme, şehir sistemi olmadığını iddia etmek bilgisizlik, bilmemek ise büyük bir kayıptır. Öyle ki Türk Dünyası’nın ana yazıtlarından birisi olarak kabul edilen Ergenekon Destanı, Türklerin şehirleşme ve şehircilik sistemlerinin varlığına ve gelişmişlik seviyesi için tek başına kalsa bile yeterli bir örnek teşkil etmektedir.
Ergenekon Destanı’nda, Türkler Moğollara saldırırlar; Savaşı Moğollar kazanırsa da, ganimete üşüşüp gaflete düşünce, süratle geri dönüp saldıran Türkler tarafından kılıçtan geçirilirler. Yalnız Moğol hakanının o yıl evlendirdiği küçük oğlu Kıyan ile yeğeni Negüz, eşleriyle birlikte kurtulmayı başararak uzun bir yolculuktan sonra at, davar ve devenin bol olduğu bir yere gelir. Bu sürüleri önlerine katıp karla kaplı, sarp bir geçide ulaşırlar. Tehlikeyi göze alarak geçide girip ilerleyince karşılarına cennet gibi bir vadi çıkar. Her türlü av hayvanının bulunduğu bu verimli vadiye Ergenekon adını verirler. ‘Ergene’ sarp, ‘kon’ ise geçit demektir. İki aile, hayvanların etlerini yer, sütlerini içer, derilerini giyer ve çocuklarını birbirleriyle evlendirerek çoğalmaya başlar. Aradan 400 yıl geçer; Kıyan ve Negüz’ün soyundan gelen ve oba oba ayrılan halk vadiye sığamayacak kadar çoğalmıştır. Daha geniş yurt edinmek için atalarından duydukları geçidi arar, fakat bulamazlar. Bir gün bir demirci, vadiyi kuşatan dağlardan birinin demirden olduğunu, onu eriterek bir yol açabileceklerini söyler. Bunun üzerine dağın en geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür yığarlar. Yetmiş deriden körük yapıp, yetmiş yere yerleştirir ve yaktıkları ateşi körüklemeye başlarlar. Demir erir ve yüklü bir devenin geçebileceği genişlikte bir yol açılır. Bu yolu kullanarak dışarı çıkar, düşmanlarından öç alırlar.
ŞEHİR SİSTEMLERİ
Tarihsel ve coğrafi kaynaklar incelendiğinde, bir yerleşim yerinin şehir olabilmesi içi korunmuş olması, ticaretin yapıldığı bir pazar yerinin olması ve sanayi faaliyetlerini gösteren üretimin olması gereklidir. Şehir ekonomisi tarıma değil, ticaret ve üretime dayanmalıdır.
Ergenekon Destanı ve sonrasında paylaştığımız gereklilikler bilgileri ışığında, Türklerin şehirleşme ve seçim kıstaslarını, birçok uygarlık ve millete göre ne kadar önceden özümsediği ve uyguladığını görmüş oluyoruz.
Tarihteki Türk Şehirleri içerisinde en iyi örneklere bakıldığında, şehirlerinin oluşumu esnasında, iskan, savunma yapıları, idari yapısı, müesseseleri, şehir halkının kültürel, dini ve sosyo-ekonomik hayatı baz alındığı görülmektedir.
Bugün farklı milletler ve unsurlar tarafından çeşitli görseller kullanılarak hazırlanan ve yeniymiş gibi ilk gösterimi, yansıması gerçekleştirilen birçok sistem ve yöntemin daha da gelişmiş biçimlerine ulaşmak, Türk Tarihi’ni inceleyen veya bilenler için zor olmayacaktır. Zira aynı konu özelinde, büyük devlet adamı Nizamülmülk’ün Siyasetname yapıtı incelendiğinde, sistemden de öteye geçip, roller ve rollerin üstlenmesi gereken sorumluluklara bile rahatlıkla erişilebilir. Yine tek cümlelik, kısa bir örnek olarak şu alıntıyı sizlerle paylaşabiliriz;
‘Sultan yer altından su yolları, kanallar açar; akarsular üstüne köprüler kurar; köyleri ve mezraları verimli kılar; hisarlar, yeni şehirler, yüksek binalar, güzel yerleşim merkezleri kurar; büyük yol ağızlarına ribatlar, ilim öğrenecekler için medreseler yapılmasını emreder.’
Türk Şehir Sistematiği için en somut örneklerden bir tanesi de şehir yerleşimidir. Türk Otağ yerleşiminde, çadırların yuvarlak oluşu, yerleşimin tam ortasında en büyük han otağının konumlandırılması, çadırların önüne ailelerin, boyların kimliklerini simgeleyen tuğ, tamga ve sancakların dikilmesinin ve ortaya çıkan yerleşimdeki her detayın bir anlamı ve içeriği vardır.
Otağın tam ortasında yer alan han çadırı güneşi temsil etmektedir. Han çadırının etrafına yuvarlak oluşturacak şekilde kurulan boy çadırları gezegenleri, tuğ, sancak ve tamgalar ise gezegenlerin uydularını oluşturmaktadır. (Bkz. Keles-Kocayayla) Gök kavramının Türkler için sahip olduğu kutsiyet bu şekilde zaman ve mekândan bağımsız bir unsur haline gelip, yaşamsal bir süreklilik kazanmıştır.
‘İDEAL CUMHURİYET KÖYÜ’
Hatta bu model Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde geliştirilerek ve mahiyeti derinleştirilerek, bizzat Mustafa Kemal Atatürk tarafından ‘İdeal Cumhuriyet Köyü’ modeli haline getirilmiştir.
Türk Otağ Yerleşimi ve ‘Türk İdeal Cumhuriyet Köyü’ modelinin günümüzde ileri batı medeniyetleri ve ülkeleri tarafından esas alınarak, ünlü şehir ve yerleşim alanlarında uygulamaya geçmiş olması ise Türklüğün insanlığa sunduğu katkılardan birinin zamana yansıması olarak değerlendirilebilir. (Bkz. Danimarka-Brondby, İspanya-Barcelona, Hindistan-Bangladeş, Danimarka-Kopenhag)
Tematik ve terimsel anlamda geldiğimiz bu noktada, İbn-i Haldun’un şu tespitini atlamamak önemlidir: ’’Şehirlerin de bir ruhu vardır. Bir şehirde yaşayan insanlar zamanla yaşadığı şehrin ruhuyla karakteristik açıdan özdeşleşirler.’’
Anadolu Türklüğü açısından sahip olduğumuz en büyük kazanım ise aslında burada ortaya çıkmaktadır. Yine sahip olduğumuz değerler, araçlar ve ehliyetlerimizi gözden geçirecek olursak, Nurettin Topçu’nun şu seslenişi ile tespitlerimizi ve paylaşımımızı sonlandırmak yeterli olacaktır kanısındayım:
‘’Yarınki Türkiye’nin kurucuları, yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül verecek, sabırlı ve azimli, lâkin gösterişsiz ve nümayişsiz çalışan, ruh cephesinin maden işçileri olacaklardır. Bu ruh amelesinin ilk ve esaslı işi, insan yetiştirmektir. Hünerleri hep fedakârlık olan bu hizmet ehli gençler, hizmetlerinin mükâfatını da hizmet ettikleri insanlardan beklemeyecekler, sonsuzluğa sundukları eserin sesinin akislerini yine sonsuzluktan dinleyeceklerdir. Ve onların eseri olan yarın ki Türkiye, şu temeller üzerine kurulacak; Anadolu’nun toprağında kaynayan bir kan, cemiyet için harcanan emek, bin yıllık bir tarih, otoriteli bir devlet ve ebedi olduğuna inanmış bir ruh. Yani Yunus’u, Hacı Bayram ve Hacı Bektaşları bize armağan eden bir ruh.’’
KAYNAKÇA:
En Çok Okunan Haberler